Kendini şule kurnaz diye tanıttıktan sonra, Dumanı içinden kovarken “sen?” diye sordu.
“Cevher, cevher balcı,” diye cevap verdi şule’nin üflediği dumanı izlerken. Bir senedir sigarayı ağzına sürmemişti, sürmekte istemiyordu.
Ailesine gerçek ailesini sorduğunda “Bilmiyoruz, tanımıyoruz kızım… Bir akşam hep birlikte yemek yerken kapıdan bir ses geldi. Baban da bakınca sen hariç kimse yoktu kapıda. Bir sepetin içinde masum masum bize bakıyordun. Baban da polisi arayacaktı ama bize bakarak o güzel gülümsemeni sergileyince babanı durdurdum, ama yinede arayıp tüm işlemleri yaptırdıktan sonra velayetini biz aldık, yoksa kimsesizler yurdunda yetişecektin… Ve… Ailenden de ne bir ize saptadık nede bir haber alabilmiştik!” diye cevap vermişlerdi. Cevherde minnet duygusuyla tekrar sarılarak ağlamıştı. Bir kardeşi olduğu için, içinden “Fazla yük olmamışımdır,” diyerek avutmaya çalışmıştı kendini, ama bunun doğru olmadığını kendiside biliyordu.“Biliyor musun? Küçükken kar yağdığında anneme “Anne bak! Beyaz yıldızlar yağıyor,” dermişim,” dedi eliyle İstanbul’un sokaklarına düşüp yerde yığınlar oluşturan karı göstererek.
O anıları hatırlayıp gülümsedi. Bir ses, bir cevap gelmeyince, en azından bir “hım” diyebilirdi diyerek şuleye döndü. O da Bir şey demesi gerektiğini fark ederek cevhere hızlı bir bakış attıktan sonra tekrar önüne dönüp sakin ve kısık sesiyle “Gözlerim keskindir,” dedi.
“Efendim? Anlamadım?”
“Diyorum ki… Dışarıdan ne kadar sersem görünsem de etrafı iyi gözlemlerim!”
Cevher de ne demek istediğini anlamayarak “iyiymiş,” dedi.
“ Az önce yanından geçen siyah giyimli biri ve şurada duran siyah araba,” diyerek solda, yolun karşısında duran arabayı gözüyle işaret ediyordu. “Ve bu soğukta yolun karşısındaki bank’ta oturup gazete okuyanlar!”
“E ne olmuş! Ne var bunda kızım!”
Cevhere tekrar hızlı bir bakış atıp sigarasını sömürmeye devam edip “Harbi mi? Oda arkadaşımın bu kadar saf olduğunu bilmiyordum,” dedi hala koruduğu sakin tavrıyla.
“Saf mı?” dedi cevher de içinden.
“ Ben de oda arkadaşımın paranoyak biri olduğunu bilmiyordum!”“ Her neyse bu sözü bir senden duymadığım kalmıştı zaten! E sen nereye gidiyordun?” bu sorudaki umursamazlığı gizleyememişti şule.
“Şey… Arkadaşımla buluşacağım. Sen de gelsene! Tabi istersen… Zaten arkadaşım dün tanımadığım birini getirmişti, bugünde ben götürmüş olurum. Hı?”
Biraz bekleyip“ Yok, ben almayayım. Zaten bunun için çıkmıştım dışarıya,” diyerek elindeki sigarayı gösterip son bir kez nefes aldıktan sonra yolun kenarındaki “suçsuz” kar yığınına doğru fırlattı. Sonra da arkasına dönüp Gitmeden önce “ Sana sadece iyi şanslar diliyorum…” dedi.
“Şans mı? Ne şansı?” diye sorduğunda nefesini boşa harcadığını anladı. Arkasından bir yetmiş metre göğe doğru uzanan boyuna, kendisinin tam tersine uzun siyah kumral saçlarına ve bu soğukta giydiği siyah deri ceketinin arkasındaki sembole bakarak “ilginç,” dedi. Barış sembolüydü. “Benden de ilginç,” diyerek deryanın yanına gitmek üzere tekrar yola koyulurken az önce şule nin gösterdiği bank’ta oturan iki adama tekrar baktığında yerlerinde yoktular. Umursamadan hızlıca ilerlemeye devam etti. Deryanın beklediği, cevherin Yurda yaklaşık beş dakikalık bir yürüyüş mesafesi bırakan çokta ünlü olmayan “misafirler” adlı Kafe’ye doğru ilerlerken içinde bir şey belirmeye başlamıştı. Tedirginlik. Neden tedirgin olduğunu düşünerek yürümeye devam ederken bir anda durdu. Gözlerine etrafı iyice bir kolaçan etmeye izin verdiğinde arkadan gelen hafif bir darbeyle sarsıldı. Sanki arkadaki çarpan şey, çarpmamaya ne kadar dikkat etse de son anda sıyırıp geçerken çarpmamaktan kurtaramamıştı kendini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON YILDIZ
Ciencia FicciónBu baya bir eski kurgum, lütfen diğerine göz atın derim. ... karanlığın içinde duruyorsunuz, karanlıkta sizin içinizde... her şeyden umudunuz kesiliyor... sanki yaşadığınız dünyanın kabustan bir farkı yok... her şeyi kırıp parçalamak istiyorsunuz...