7 - Uydurukçuluk sanatı

12.2K 1.7K 2.3K
                                    


Sakin - İlk Yara


Olayın üzerinden iki gün geçti. Bir çarşamba günü ve öğleden sonra, konferans salonunda otururken, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı düşünüyordum. Zaman geçtikçe kafamın içi biraz tenhalaşır zannettim ancak öyle olmadı. Daha çaresiz buldum kendimi. Bir düş kırığı gibi büyüyecek mi, yoksa en sonunda bir çözüm bulabilecek miyim, diye sayısız kez düşündüm o kısacık süre zarfı içinde. 

"Kırılmamak mümkün mü?" Diye soruverdi kalabalığın arasından kopan güçlü ve tiz bir ses. Soruyu soran kızın yanakları pespembe kesildi. Konuşmacıya baktım.

"Kırgınlıklar.." dedi, profesör, yüzündeki güleç ifadeye tamamen zıt olan kederli bakışlarla. Onun da tıpkı diğer herkes gibi bu meselenin kurbanlarından biri olduğu belliydi. 

"Kırgınlıklar beklentilerle ilgilidir. Kırılmamak için karşı taraftan herhangi bir şey beklememek gerekir. Olduğu gibi kabul etmek gerekiyor her şeyi. Sizi kırabilecek şeye, olduğundan daha az ya da daha fazla anlam yüklememek lazım. Beklemeyeceksiniz. Bir bekleyişin içinde olmak demek, mutlaka bir sonuca da ulaşacak olmak demektir. Hiçbir şeyin olmaması da bir dönüttür üstelik. Hiçbir şey olmadı, dersiniz. Bu sizi kırar veya kırmaz; fakat cevaptır işte. Elinizdedir artık, üzülüp üzülmemek size kalmıştır. Kırılmamak, karşı taraftan bir şey ummadığınız zaman ve ondan gelebilecek her türlü atağa kendinizi hazırladığınızda, biraz mümkündür. Ancak biliyorsunuz ki, canlılar ve nesneler nihai olandan ibaret kırılmıştır. Bir gün her şeyin varlığı öyle veya böyle son bulacaktır. Galiba mümkün değil, diyeceğim bu soruya." 

"Hocam, aşk acısıyla nasıl baş edilir?" Diye bir soru geldi bu kez. Salondan şen kahkahalar yükseldi. İnsanların yüzünde güller açıyordu çünkü herkesin tecrübe ettiği bir şeydi, onlar da biliyorlardı. Acılarını o anlığına küçümseme eğiliminde bulundular. 

"Aşk acısı," dedi profesör gülerek. Adamın içinden, bunca yıl okul okudum, karşılaştığım tiplere bak, dediğine yemin bile edebilirdim. Üzüldüm biraz tontona, ne yalan söyleyeyim.

"Aşk acısı ile baş edilmez yavrucuğum." 

Kafasını sallayanlar, ıslık çalanlar, üzüntüyle omuzlarını düşürenler... Yığınla tepki bir anda aynı karenin içinde beliriverdi. 

"Aşk acısı ile baş edebilmek istiyorsan onu ötelemeyip, kabulleneceksin. Sana yaşatacağı tüm duyguları içeri buyur etmeden kanıksayamazsın onu. Ağlamak mı geliyor içinden? Oturup ağlayacaksın. Güçlüyüm ben demeyeceksin, iradeni boşu boşuna yormayacaksın. Kalk herkesin önünde ağla demiyorum sana. İstersen annenlerin, oda arkadaşlarının ya da her kiminle yaşıyorsan onun uyumasını bekle ve öyle ağla. Gir bir AVM tuvaletine orada ağla, bir sinemada ağla ya da mezarlık ziyareti yapıp orada ağla. O birikmişliği azalt ama evvela. Karşındaki insana saygı duyman gerektiğinin bilincinde olarak at tüm adımlarını. Geri gelmeyeceğini düşün, kendini beklenti içine sokma. Sonraki zamanları düşün sonrasında da. Tüm bunların geçeceğini bil. Neler geçmedi ki, bu da geçmesin? Her şey geçiyor evlatlarım, her şey geçiyor." 

Kafasını sallayarak konuşuyordu. 

"Teşekkür et o insana. Sana kattığı her şey için minnettar ol, şükür et ve yoluna devam et. Böyle böyle azalıyor her şey. Sonra bir sabah kalkmışsın ve bir bakmışsın ki, unutmuşsun."

"Kendimizle nasıl başa çıkabiliriz?" Diye bir soru geldi bu kez. 

Profesör, önündeki ahşap masanın üzerinde duran su bardağına uzanıp bir yudum aldıktan sonra mikrofonu ağzına yaklaştırarak, "Ne konuda?" Dedi.
"Melankolik ruh hallerimizle." Diye ekledi soruyu soran kız. 

Kişisel Şuur KayıplarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin