tek bölümlük hikaye*
Hava kararıyor. Buz gibi hava önü açık kabanından süzülüp ince gömleğini aşıyor, tenine saplanıyor. Düz, sivri burnunun ucu kızarmış. Soğuktan katılaşmış parmaklarını açıp kapatırken düşündüğü tek şey geç kalmış olduğu. Duvara omzunu yaslayıp iç geçiriyor.
"Sikerler böyle işi." Dişlerinin arasından sabırsızlıkla ve keskin bir nefretle homurdandığı küfrü önünden geçen genç bir kadın duyup ters ters yüzüne bakıyor. Umurunda değil. Bu dünyaya terbiyeli bir adam olmak için gelmedi.
Güneş tamamen kaybolmak üzere, gözlerini gökyüzüne çevirip rahatlamaya çalışıyor. Kalbi korkuyla atıyor ama bunu dizginlemek için elinden pek bir şey geldiği söylenemez. Cebinden çekip çıkardığı telefonun ekranında şarjının bitmek üzere olduğunu görüyor. Geç kalmış olmanın verdiği gerginliğin üzerine bir korku daha düğüm gibi atılıyor; başına bir şey gelirse nasıl haber verecek?
Ara sokağın başında gergin gözlerle etrafı izlemeye devam ediyor, artık tek düşündüğü elindeki lanet olası çantayı teslim etmek ve buradan defolup gitmek. Saniyeler çok yavaş sanki. Sanki zaman o gerildikçe daha da yavaşlıyor. Uyuşmuş parmağını telefonun kilit tuşuna bastırıyor zorlukla, zaman çoktan doldu.
Benim suçum değil, hayır. Evet belki benim suçum. Ama yapmak zorundaydım. Lanet olsun ki yapmak zorundaydım. Çok geciktim, biliyorum. Gecikmemeliydim ama kahretsin ki geciktim.
Elleri titriyor, bunu fark etmedi. Soğuğu artık hissetmiyor, göğsündeki korku alev formunu aldı, nefes almasını zorlaştırıyor. Çantayı daha fazla tutamayacak. Zaten bir saniye sonra çanta elinden düşüyor.
Ekranda dakikalardır aramak istediği kişinin numarası belirince rahatlar gibi oluyor. En azından son kez olup olmadığını düşünmeden sesini duyabilecek. Aramayı yanıtlayacağı sırada telefonun ekranı kararıyor. Hayır, sesini duyamayacak. En son sesini ne zaman duymuştu? İşe giderken mi? Öğlen paydosunda mı? Hatırlayamıyorum ve bunu hatırlayamamak bir düğüm atıyor boğazına.
Dişlerini sıkıyor. Başını kaldırıyor ve iş çıkışı evlerine dönen insanların artık tamamen kaybolduğu yola bakıyor. Ardı ardına üç sokak lambası var görüş açısında, ortadaki sönük, diğeri birkaç dakikada bir sönüp geri yanıyor.
Bunun üstesinden geleceğim, diyor kendi kendine. Neyin üstesinden geleceksin Amir? Bir çantanın ve içindekilerin mi? Yarı yarıya yanan kalorifere yaslanmış evinde seni bekleyen kadının mı? Belinde senin hayatını taşıyan donuk yüzlü adamın mı?
Yeşil gözleri caddenin başına takılıyor o an. İşte. Saatlerdir beklediği o an, o adam yaklaşıyor. İçinde ne var kalbinin? O an hissetmiyor. O an hiçbir şey hissetmiyor, korkuyu bile.
Yere eğiliyor ve çantayı yavaşça kaldırıyor. Caddenin karşısında arabaların geçmesini bekleyen adama bakıyor, ta gözlerinin içine. Arabanın farı adamın mavi gözlerini aydınlatıyor akşam karanlığında. Amir oradaki donukluğu görüyor yeniden. Hep şaşırır, insan nasıl duygularından bu kadar soyutlanmış halde yaşayabilir ki?
Adam kaygısız, yavaş adımlarla geçiyor Amir'in olduğu tarafa. Amir sakin ve bu kadar soğukkanlı olmasından ötürü de eser miktarda şaşkın. Karşı karşıya kaldıklarında günlerdir yüzlerce kez kafasında kurduğu diyaloğu başlatıyor.
"Geç kaldın."
Adamın donuk yüzü samimiyetsiz, keyifsiz bir gülüşle aydınlanıyor. Bu gülüşte alay ve tehdit var. Amir alaydan sonrasını göremiyor.
"Bunu dört aydır beklediğimiz adam mı söylüyor?" Sigara içmekten kalınlaşmış sesinde yüzündeki ifadenin ikizi var. Amir'in göğsü adamı gördüğü ilk andan itibaren ilk kez sıkışıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sıcak su ve toprak
Kısa Hikayetek bölümlük hikaye* Yanılmışım. İnsan hiçbir şey düşünmüyor demek ki ölürken. Yaşamanın tatlı hissini hissediyor iliklerine kadar, son kez. Peki ya sonra? xxx İthaf: Bir dönem bana birkaç şey öğreten, bilgilerine çok saygı duyduğum eski arkadaşlar...