İlk defa bir erkeğin elini tuttum. İlk defa bir erkeğe yalandan da olsa sevgilim dedim. İlk defa bir erkek beni öptü. Benim hayatım rüyaydı. Gerçek olması imkansızdı zaten.Dediğim gibi Aydın Talaşoğlu ile ben rüya gibi hayatımın bir saniyesinde bile olamazdık.
"Neden yaptın bunu?" Beni neden öptüğünü bilmek istiyordum. Bunu bilmek benim hakkımdı.
"Bilmiyorum. Tutamadım kendimi."
"Bana bak Aydın Talaşoğlu! Ben senin bildiğin, her gece eğlencene koynuna aldığın o iğrenç kızlara benzemem. Bunu neden yaptığını söylemezsen bir daha asla beni arama."
"Şey... Ben..."
"Ne o? Yoksa beni sevdiğini falan mı söyleyeceksin?" Hadi söyle artık. Yoksa seni bir daha göremeyeceğim. Lütfen Aydın, lütfen.
"Evet. Seni ilk gördüğüm andan beri seviyorum. Seni ilk gördüğüm andan beri sırılsıklam aşığım Deniz." Bu duyduklarım gerçek olamazdı. Aydın, bana sırılsıklam aşık olmuştu. Ağlıyordum. Ciddi ciddi ağlıyordum. Birisi bana aşık oldu diye ağlıyordum.
"Eğer dediğim gibi..." İşaret parmağını dudaklarımın üzerine koyup beni susturdu ve yavaşca kulağıma doğru eğildi.
"Deniz... Deniz'e bak." Deniz sağ tarafımda idi. Sağa döndüğümde ise Denize giden mumlarla süslenmiş bir yol, etrafı tül perde ile çekili bir yemek masası ve üzerinde yazan " Seni seviyorum" yazısı vardı. "Bunlar benim için mi?" Yine saçma bir Deniz sorusuyla karşınızdayım. "Evet. Senin için. Sevdiğim kız için." Sevdiğim kız? Ben miydim o? Beni birisi çimdiklesin de uyanayım şu rüyadan. Ya da ellemeyin sonsuza kadar burada kalayım. "Hadi gel benimle." Elini bana uzatmıştı. Daha fazla bekletmeden elini tuttum. Eli elimle buluştuğunda mumların arasından geçerek yemek masasının başına geldik. Küçücük masada sadece kuş sütü eksikti.
"Hepsini kendi ellerimle senin için hazırladım."
"Ellerine sağlık." Yemeğe başladığımızda beni izliyordu. Hatta yemek bitene kadar beni izlemişti. Yemek bittiğinde arabayla beni eve bıraktı ve gitti. Eve gelir gelmez yattım. Çünkü yarın sabah saat 05.00 da uçak biletimiz vardı. Üzerimi değişir değişmez yattım.
Saat 03.00. Telefon çalıyordu. Arayan Aydın'dı. Bir kaç saniyeliğine neden bu saatte aradığını unutarak endişeye kapıldım. Saniyeler sonra neden aradığını hatırlayarak telefonu açtım.
"Ben hemen hazırlanıyorum."
"Acele etme. Ben beklerim."
"Sen geldin mi ki?"
"Evet. Şu anda kapının önündeyim."
"Tamam. Ben hemen geliyorum." Telefonu kapattığım gibi dolaptan hemen kırmızı kazağımı ve siyah pantolonumu giydim. Kırmızı ressam şapkamı ve siyah çizmemi de giyip valizimi aldım. Anahtarla kapıyı kilitledikten sonra beni arabanın içinde bekleyen Aydın'ın yanına gittim. Beni görür görmez arabadan inerek bagajı açtı. Aydın valizi bagaja koyduğu yerde ben çoktan ön koltuğa oturmuştum bile. Çünkü çok korkuyordum. Benim lanet olası bir yükseklik korkum vardı. Aydın arabayı çalıştırdığında heyecan ve korkum gitgide artıyordu.
"Günaydın Deniz."
"Günaydın." Sadece birbirimize günaydın demiştik. Bizim sessizliğimiz tam da burasıydı. Ama benim aklımda 'Seni Seviyorum' yazısı ve Aydın'ın bana söylediği 'Sana Aşığım' dediği o söz vardı. Ona aşk dolu gözlerle bakarken araba istop etti. Durdu desek daha doğru olur sanırım. Çünkü havaalanına gelmiştik.
"Geldik mi?" Derin bir nefes alıp arabadan indim. Ben inene kadar Aydın, bagajdan valizi indirmişti bile.
"Uçağa son yirmi dakika var. Hızlı olmalıyız." Bir eliyle benim, diğer eliyle de kendi valizini taşıyordu. Kimlik kontrol noktasından geçtikten sonra uçağa bindik. Koltuk numaralarımız on yedi ve on sekizinci koltuklar idi. Koltuklara oturduğumuzda kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Aradan biraz zaman geçti ve uçak havalanmaya başladı. Uçak havalandığında sanki kalbim durmuştu. Bir anlık refleksle yanımda duran Aydın'ın koluna yapıştım kaldım. Gözlerimi kapatmış, şu anki durumdan kurtulmak için Paris ile ilgili hayaller kurmaya başladım. Ta ki Aydın'ın sorduğu soruya kadar.
"Sen korkuyor musun uçaktan?" Eyvah! Ne yapacağım şimdi? Daha fazla rezil olmak istemiyordum ama saklayamıyordum işte.
"Aslında korku değil. Bir tür yükseklik korkusu veya fobi de diyebiliriz." İyice saçmalamıştım. Korkuyorsun Deniz korkuyorsun. Baksana daha Aydın'ın kolundasın. Bırakamıyorsun bile korkudan. Resmen bir koala gibi yapıştın çocuğa.
"Neden daha önce söylemedin bunu Deniz?" Nasıl söyleyebilirdim ki? 'Aydın benim yükseklik korkum var. Ben otobüsle gelsem olmaz mı?' diyecektim utanmadan?
"Tamam. O zaman bu korkunu gidene kadar unutturacağım. Şimdi gözlerini kapat ve hayal et." Kolunu benden yavaşça çekti. Korkmama rağmen koltuğa başımı yasladım ve dediğini yaparak gözlerimi kapattım, dediği şeyleri hayal etmeye başladım.
"Şimdi seninle Paris'teyiz. Eyfel Kulesinin önünde. Hava yağmurlu ve karanlık. Bir restorandan çıkmış eve gidiyoruz. Daha sonra yağmur başlıyor ama bu yağmur bildiğimiz, gördüğümuz İstanbul yağmurlarından değil. Her yere düşen damla bizi birbirimize daha da çok bağlıyor. Sonra sen elimi tutuyorsun ve koşuyoruz. Eyfel kulesinin önüne geldigimiz de insanların şemsiyeleri uçuşuyor. Herkes yağmurdan saklanmaya, kaçmaya çalışıyor. Ama biz yağmurun tam altında, Eyfelin tam ortasında durmuşuz birbirimize bakıyoruz. Ve sen diyorsun ki: 'Bu Eyfel Kulesi bizim kaderlerimizin birleşeceği yer.' diyorsun."
Hayal etmek bu kadar mı güzel olur? Ben hayal kurmayı çok yanlış biliyormuşum. Hayal kurmak kendi dünyanı yaratmakmış. İşte benim dünyam bu hayalin içinde hapis olmuştu.
"Sayın yolcular, kaptanınız konuşuyor! Paris havaalanına inişe geçmekteyiz. Lütfen emniyet kemerlerinizi bağlayınız." Uyumuş muydum ben? Kaptanın yaptığı anonsla gözlerimi açmam bir oldu. Aydın kendi kemerini bağlamış, şimdi de benim kemerimi bağlamak için üzerime eğilmişti. Olayı anlamadan önce başını göğüslerimin üzerine yaslayıp uyuduğunu falan düşündüm. Bu kadar da salak olamazsın Deniz.
"Günaydın Prenses." Prenses mi? Hayatımda duyduğum en ihtişamlı kelime bu olmalıydı. İlk defa bir erkek bana prenses demişti. Şu anki duruma hakim olup karşılık verdim.
"Günaydın." Uçağın penceresinden dışarı baktığımda epey rüzgar ve yağmur vardı. Uçak bir anda zedelenmeye başladı. İnmeye başlamıştık çoktan. Ama rüzgar izin vermiyor gibiydi. Çok ama çok korkuyordum. Uçak aprona değdiği anda o kadar sarsılmıştık ki anlatamam. Herkes oturduğu koltuktan kaymıştı ve şu anda Aydın da olduğu yerden kaymış üzerime doğru eğilmişti. Gözleriyle yüzüme bakıyordu. Bu sefer kalbim hızla atmıyordu. Neden biliyor musunuz? Çünkü şu anda yere inmiştik. Mutluydum ve Aydın'ın üzerimde olması eskisi gibi kalbimi hızlandırmıyordu.
Sizce kaderlerinizin birleşeceği bir yer var mıdır? Ya da aşık olduğunuz adamla bilmediğiniz bir hayat yolculuğuna çıkar mıydınız? Hayır demeyin ve aşık olmaktan asla çekinmeyin. Belki bir gün bir otoparkta, lunaparkta, kafede veya benim gibi sınav günün de aşkınızı bulabilirsiniz. Hani aşk nefretle başlarya, işte bizim ki nefretin aşka dönüşme hikayesiydi.---
Merhaba wattpad ailem <3Ben bu bölümü çok sevdim ve severekte yazdım -hepsi gibi-. Peki ya siz? Okurken beğeniyor musunuz?
Yukarıya bana bu bölümü yazmamda ilham kaynağı olan şarkıyı bıraktım. Dinlemeyi unutmayın lütfen.
Hayallerinizin peşini asla bırakmayın. Ne hayaliniz varsa onu gerçekleştirmek için elinizden ne geliyorsa yapın...
Diğer bölümler de görüşmek üzere. Yorum yapmayı unutmayınn. Sizi seviyorum:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKANSIZ AŞK
RomanceHayatta hiçbir zaman yüzü gülmeyen Deniz Peker'in yüzünü güldürecek yeni sevgilisi; etrafında onlarca kız olan ve neredeyse her gecesini barlarda geçiren Aydın Talaşoğlu'dur. Aşka asla inanmayan Deniz ve Aydın'ın aşkı ebedi mi yoksa geçici miydi? ...