Şu geldiğim ve getirdiğim duruma bakın. Okumak için geldiğimiz yerde kanser olduğumu öğreniyorum ve okula gitmek yerine dinlenmem, tedavi olmam gerekiyor. Sadece kendimi değil, yatağın diğer kısmında yatan Aydın'ı da benimle birlikte perişan ediyorum. Hastaneden çıktıktan sonra akşama kadar Şanzelize caddesinde dolaştık. Yorgunluktan mı uykum vardı, yoksa vücudumda dolaşan o illet mi veriyordu uykuyu bilmiyordum. Otele geldiğimizde hemen odaya geçtik. İlk defa bir erkekle aynı odada kalacaktım. Belki onun kaçıncı ilkidir ama olsun, alakadar etmezdi beni. Üzerimde ki paltoyu bile asmaya üşenerek yere fırlattığım gibi yatağa yattım ve uyudum. Uyandığımda ise yanı başımda duran bu güzel manzarayla açtım gözlerimi. Bir insan uyurken bile bu kadar mı ciddi durur? Ama onu izlemek için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırdım ben. Peki bunu yapmaya ömrüm var mıydı?
Eğilerek o kızıl saçlarını içime çekerek hafif bir öpücük kondurdum. Yüzünde tıraş losyonu, üzerinde parfüm, saçında ise anlam veremediğim ama beni benden alan bir koku vardı. Ağır ağır gözlerini açarak bana baktı. Sanki etrafımda ki herkes bana acıyarak bakıyor gibiydi yada ben öyle hissediyordum. Uykudan yeni uyanmış ses edasıyla dudaklarını araladı.
"Günaydın güzellik." Güzellik mi? Elimle ağzımı kapatarak ona belli etmeye çalışmadan kıkırdadım ama Aydın çoktan duymuştu bile. Durumu daha fazla belli etmeden konuşmaya başlamalıydım sanırım.
"Günaydın." O bana iltifat ediyor, bense sadece yanıt vermekle yetiniyorum. Ne diyebilirdim ki? Yada nasıl diyebilirdim? Zaten ilk defa bir erkekle bu kadar samimiyet kurmuştum. Bunu diyebilmem bile benim için büyük bir başarıydı. Dediğim gibi o benim her konuda ilkim idi ve ilkim olmaya da devam ediyordu. Kapının arkasında duran bornoz ve baş havlusunu eline alarak banyoya doğru ilerledi.
"Ben bir duş alayım. Sende bu sırada üzerini giyin. Sana çok güzel sürprizim var." Göz kırparak banyoya girdi. Acaba bana ne sürprizi yapacaktı. O kadar heyecanlanmıştım ki anlatamam. Aydın çıkmadan üzerimi giymem lazımdı. Yanı başımda duran valizi açtım ve içinden siyah kazağımı, siyah pantolonumu çıkardım. Hemen üzerime giyerek aynanın karşısına geçtim,çok güzelmişim gibi. Saçıma çeki düzen verdikten sonra yatağın üzerine oturarak valizimde duran kağıdımı çıkarttım. Kağıdın üzerinde lisede benimle çıkmak isteyen Serkan'ın yazdığı şiir vardı. O yazdığı için değil şiir güzel olduğu için saklıyordum bu kağıdı. Kağıtta ise aynen şöyle yazıyordu:
"Bazen gözlerin,Bazen sözlerin anlatır
Aşk denen o duyguyu...
Gözlerinle seversin
Dilin dönmez tutulur,
Kalbin ellerine dokunur...
Parmak uçlarına iner kan,
İşte o içinden aşktır akan..."
Aydın'ın banyodan bornozuyla çıkmasıyla birlikte elimdeki kağıdı arkama sakladım. Aydın kaşlarını çatarak bana doğru geldi. O kadar güçlü ve güzel kasları vardı ki anlatamam. Neredeyse üzerine atlayacaktım. Saçmalama Deniz. Hayır... Bana doğru geliyor. Eyvah! İşte şimdi yandım.
"O arkandaki kağıt ne?" Olamaz, görmüştü kağıdı ne diyecektim şimdi. Eski bir sevgilim ama artık yok mu diyecektim? Peki yoksa bende ne işi vardı bu kağıdın?
"Şey... Hiç..." Şimdi durumu daha da bok ettim. "Sevdiğim bir yazarın şiiri," diyebildim sadece.
"Bakabilir miyim?" dedi ve cevap vermemi bile beklemeden elimden kağıdı çekip aldı. İçimi bilmediğim bir korku kaplamıştı.
"Sevgilinden sanırım. Üzerini giydiysen izin ver de bende giyeyim." Bu neydi şimdi? Bir erkek tarafından kıskanılmış mıydım ben? Ama buna hakkı yoktu. Aslında benden çok onun hakkı vardı buna. İstanbul'da bana 'Seni seviyorum' demişti ve ben eski sevgilimden kalan şiiri saklıyordum. Gözlerim ise hala o kaslı vücundaydı. Önümde giyinmeye başlarsa kendime hakim olamazdım sanırım. Montumu, ayakkabımı ve çantamı aldıktan sonra kapının önüne çıktım. Bir hışımla kağıdı koridorda duran çöp kutusunun içine attım. Kağıdı atınca sanki bütün şeylerden arınmış gibi hissediyordum kendimi. Odanın kapısına geri gitmek için arkamı döndüğümde Aydın, siyah boğazlı kazağını, siyah montunu, siyah botunu ve siyah kot pantolonunu giymiş bana doğru geliyordu. Beni her gördüğünde gülen kişi şimdi kaşlarını çatmış geliyordu. Bu durumu bir an önce ona söylemeliydim ama şu anda çok sinirli görünüyor. Belki de doğru zamanın gelmesini beklemeliydim.Hiçbir şey demeden asansöre bindik ve aşağıya indik. Kapının önüne geldiğimizde araba hazırdı bile. Aydın, şoför koltuğuna bense yanındaki yolcu koltuğuna yerleşmiştim bile. Nereye gittiğimizi çok merak ediyordum ama içimdeki kırgınlık hissi heyecanımı kat ve kat bastırıyordu. Acaba ne düşünüyordu şu an, aklında neler vardı? Ben kafamda onlarca soruyla düşünürken arabanın durduğunu fark ettim.
"Geldik ama gözlerini kapatman lazım." Arabadan indiğimde gözlerimi kapattım ve Aydın'ında elleriyle gözlerimi kapattığını hissettim. Daha sonra kulağıma doğru eğilerek:
"Bana güven..." dedi, sessizce. Sesi bile huzur veren bir adama nasıl güvenmezdim ki? Bir yere yaklaşıyorduk ve yaklaştıkça bağırma sesleri daha çok artıyordu. Ellerini yavaş yavaş indirdi gözlerimden. Karşımda duran manzara o kadar güzeldi ki anlatamam. Burası 'Oyuncaklar Dünyası' dediğimiz Disneyland idi. Sabah olmasına rağmen her yer ışıl ışıldı. ben oraya bakarken Aydın'ın bana baktığının farkındaydım.
"Gidelim mi?" diyerek elini uzattı ama yüzünde mutluluk hissi dahi barındırmıyordu. Elini tuttum ve içeri girdik. Daha önce Disneyland'a hiç gelmemiştim. Fotoğraflarda gördüğümüz, hayal ettiğimiz şeyler gerçekleriyle birebir aynı değildi. Özellikle de yanımızda duran yuvarlak, üzerinde bir sürü sepet bulunan şey çok cazip duruyordu.
"Şu şeye binelim mi?" dedim, parmağımla işaret ederek. Kaşları çatılı bir şekilde bana döndü.
"Dönme dolap adı. Olur binelim." Bana hala soğuk davranıyordu ve bu kadar uzatmasını saçma buluyordum artık. Alt tarafı bir şiirdi sonuçta. Sırada ki sepet geldiğinde bütün düşüncelerimden kısa bir süreliğine arınarak anın tadını çıkaracaktım. Aydın ile karşı karşıya oturuyorduk sepette. Gökyüzüne doğru yükselmeye başladık. Sanki yükseldikçe kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu ama artık korkmuyordum. Yanımda bana en güven veren insan vardı çünkü. En tepeye geldiğimizde dolap birden duruverdi. Korkuyla Aydın'ın yanına oturdum.
"Korkma. Ben söyledim durdurmalarını. Senin belki anlatacağın şeyler vardır diye." Ne! Ne anlatmamı bekliyordu? Sanırım yine şiir konusuydu. İşte, doğru zaman burasıydı. Gözleri bir şeyler söylememi beklerken onu daha fazla incitmek istemiyordum gereksiz yere.
"Lisede bana çıkma teklifi eden çocuk yazmıştı bunu. Kendisini hala sevdiğimden değil, sadece şiir çok hoşuma gidiyor o yüzden saklıyorum." Aydın'a anlattığım için sanki içimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum. "Bu yüzden bana soğuk davranmıyordun sanırım, değil mi?" Büyük bir kahkaha atmıştı. O kadar güzel gülüşü vardı ki ölmeye değer.
"Soğuk davranmak mı? İstersen cebine bak bakalım. Soğuk mu, sıcak mı davranıyorum?" Aydın katıla katıla gülerken cebimden çıkarttığım kağıda bakıyordum. Gördüğüm, görebileceğim ve görmek isteyeceğim şeylerden bir tanesini elimde tutuyordum.
İnsanlar işlemedikleri bir suçun cezasını çeker miydi? Ben işlemediğim suçun cezasını bir hastalıkla çekiyordum. Yurtta büyüyünce her şeyi çok güzel, çok rahat olan bir hayat diliyordum sürekli. Şimdi ise şu halime bakın. Kanserim ve bu hastalığı bir tek ben yaşamıyordum sanki. Aydın'da benimle birlikte çekiyordu bu illeti. Her ne olursa olsun asla yalnız bırakmıyordu beni ve bırakmayacaktı. Şunu da asla unutmayın; insanlar işlemediği bir suçun cezasını kendi başına çekmez. Sadece kendi cezasına mahkum edilir.
---
Herkese merhaba <3
Bölümü yazarken o kadar heyecanlıydım ki anlatamam. Sonunu ben bile merak ettim doğrusu. Beklediğimden güzel oldu. Acaba devam etsem mi diye düşündüm ama sizlere biraz merak duygusu katmak ve sıkmamak için burada bitirdim.
Son cümleyi asla unutmayın olur mu? Sizi seviyorum. İyi ki benimlesiniz. Yorum ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen:)
Yeni bir bölümde daha görüşmek üzere, kendinize iyi bakın. Sağlıcakla kalıınn:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKANSIZ AŞK
RomanceHayatta hiçbir zaman yüzü gülmeyen Deniz Peker'in yüzünü güldürecek yeni sevgilisi; etrafında onlarca kız olan ve neredeyse her gecesini barlarda geçiren Aydın Talaşoğlu'dur. Aşka asla inanmayan Deniz ve Aydın'ın aşkı ebedi mi yoksa geçici miydi? ...