Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış.
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan.
İçindeki çocuğa sarıl.
Sana insanı anlatır.
**
Düşüncelerim zihnimin kıyılarına vurup intihar ettiği bir gün bir şarkı keşfettim. O şarkının bir sözünde kendimi buldum.
"Yıkılmayan bina mı var, ben hep ayaktayım."
Kimsenin ulaşamadan ördüğüm duvarlarım yıkılmıyor, her gün daha çok yükseliyordu. O duvarların ardında çocukluğum ve anılarım saklıydı.
Neden gittiğimi bilmiyordum. Neden inat ettim, neden bu kadar kararlıyım bilmiyordum. Birinin salak saçma bir oyunuydu belki de.
Bir şaka da olabilirdi.
Ama neden bu şakanın içinde Atlas vardı?
Bahçe kapısından çıkarak önümdeki mavi arabaya bindim. Açtığım kapıyı geri kapattım ve Atlas'a döndüm. "Merhaba." dedim.
"Merhaba," Emniyet kemerimi takarken cümlesine yenilerini ekledi. "Beyaz rengini sevmediğini düşünüyordum." İlk önce kaşlarımı çatsam da sonradan anlamıştım. Üzerime parmaklarımla dikkat çekmesin diye beyaz bir büstiyer giymiştim.
"Parmaklarımla dikkat çekmesin diye giydim." dedim açıklayarak. Gözleri mavilerimde durdu, bir şey söylemeden baktı.
"Anladım." dedi.
Bakışlarını benden çekti ve gaza yöneldi. Bir eli direksiyonda bir eli vitesteydi. Yaklaşık bir saat kadar uzun süren yolculuğun ardından Veyl restoranının önünde durdu araba.
"Girmek istediğine emin misin?" diye sordu Atlas.
Başımı kararlılıkla salladım. "İstemiyorsan sen gelme." dedim. İsteksiz olduğu her halinden belliydi.
"Gidelim bakalım. Silah fotoğrafı yollayan kimmiş?" Son cümlesini fısıltıyla ve alayla söylemişti. Kemerimi çıkartarak kapıyı açtım. Kapıyı geri kapatıp çantamı omzuma taktım. Rüzgar esiyordu ve yağmur atıştırıyordu. Atlas arabanın etrafından dolanarak yanıma geldi. Saçlarım rüzgardan öne savruluyordu.
"Sen böyle üşürsün." Yanımdan geçti ve arka koltuktan bir şey alıp kapıyı kapattı. Sağ elindeki anahtarla arabayı kilitledi. Ne olduğunu anlamadan siyah deri bir ceketi omuzlarıma bıraktı. "Sıla'nın." dedi ve yürümem için belimden tuttu.
Önce belimdeki eline baktım sonra yüzüne. Yüzümde nasıl bir ifade belirdiyse elini çekti hemen.
"Pardon, alışkanlık olmuş." dedi. Umursamaz bir tavırla restorana doğru yürüdüm. Sevgilisi vardı muhtemelen.
Alışkanlık olmuş.
Başımı iki yana salladım. Restorana girer girmez etrafı inceledim. Büyük avizelerden yayılan sarı loş ışık tüm restoranı aydınlatıyordu. Kare masaların hepsi doluydu. Duvarlara sırayla asılmış büyük tablolar vardı, aralarında sabah kargoyla gelen tablo da vardı.
"Nerede lan bu masa?" Atlas sesini yükselterek etrafa bakınıyordu.
"Bağırma." dedim fısıltıyla. Sinirini yatıştırmaya çalışıyordu. Siyah gömleğinin ilk üç düğmesi açıktı ve ne kadar gerildiğini görebiliyordum. Biz öylece girişte dikilirken garson olduğunu anladığım adam yaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DELAL (Ara Verildi)
Teen FictionDerler ki; Müziğin her kelimesi bir duyguyu taşır. Eğer yağmurun altında bir müzik söylersen, o müziğin içindeki duygular gerçek olur. Tam burada, yağmurun altında, müptelası olduğum Ela gözlerine bakarak kendi müziğimin birkaç cümlesini söyleyecekt...