2. Bölüm

187 21 13
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


William Anderson malikhanesi inanılmaz büyük görünüyordu gözüme. Daha önce böyle bir şeyin varlığını hayal bile edemezdim. Arabacı adamın bana dediği zenginlik, yalnız bu şatodan bile anlaşılıyordu. Çamurlu yoldan nihayet taşlı yola geçtiğimde şükrettim. Ayaklarım, kıyafetlerim ve saçlarım çamura bulanmıştı. Yağmurun altında, bir ormanın ortasında ağlamak, dizlerinin üzerine çökerek tanrıya ulaşmaya çalışmak iyi bir fikir değildi.

Hayatımda ilk kez ağladım bugün. İlk kez. Oysa annemin mezarının başındayken bile ağlamamış, onun bu karanlık dünyadan kurtulduğunu düşünerek kendimi rahatlatmıştım. Ben de kurtulmayı umuyordum bu dünyadan, ama ölmeyi bir türlü başaramadım. Dahası, buna teşebbüs edecek kadar cesur da değildim.

Yüksek taşlardan birinin üzerine oturdum ve kendi kendime "Ülkemi hiç terk etmemeliydim." dedim ama sonra iç sesim hemen karşı çıktı bu sözüme "Kimsen kalmamıştı, babanın borçları seni takip ediyordu ve ne yapacaktın kaçmayıp?" başımı iki yana salladım ve kendi kendime konuşmaya devam ettim "Kaçmadım ki, normal bir şekilde geldim. Hem param olsaydı ödemez miydim babamın borçlarını? Annemin mezarını bile terk ettim o borçlar yüzünden. Şimdi ne olduğu belli olmayan bir adamın, 2 hafta önce verdiği ilan için buralara kadar geldim. Hem param da kalmadı sayılır. Dua edelim de buraya benden önce bir manyak daha gelip işi almamış olsun."

Başımı aniden kaldırdığımda, şatonun benim tarafıma açılan penceresinin önündeki perdede kıpırdanış gördüm. Gözümün bana bir oyun oynadığını düşünerek oraya bakmayı derhal bıraktım. Bu şatonun perili olup bir zaman sonra beni de delirtmeyeceğini ummaktan başka ne gelirdi elden? Hem yeterince para biriktirip buradan gidebilirdim zamanı gelince. Dikiş yapmayı biliyordum ve elbet İngiliz soylu hanımların bir terziye ihtiyaçları olurdu, değil mi?

Düşüncelerimden sıyrılarak ayağa kalktım ve yürümeye devam ettim. Yılan işlemeleriyle dolu, görkemli kapıya ulaşmama sadece 15 dakikam vardı. Ama her bir adımımda, daha da yavaşlıyordum. Arabacı adamın sözleri kulaklarımda yankılanıyordu. 

Yaklaşık 10 dakika sonra kapı kendiliğinden aralandı ve siyah bir takım elbise, fötr şapka takmış yaşlı bir adam beni bekliyormuş gibi başını eğdi. Tek parmağıyla fötr şapkasının ucuna dokunmuş, parmağını hala şapkasından indirmemişti. 

Daha sonra bana yürüyerek valizimi elimden aldı zoraki. Ona şaşkın gözlerimle baktım ve "Siz kimsiniz?" diye fısıldadım.

"Ben bu şatonun ve Dük William Anderson'un kahyasıyım."

Elinde tuttuğu valizime baktı "Ama benim kim olduğumu bile bilmiyorsunuz, neden valizimi aldınız?"

"Beyefendi sizi karşılamamı emretti. Gazetedeki ilan için gelmemiş miydiniz?" dedi birdenbire durarak.

Başımı onayla salladım "Evet, o ilan için geldim ama gazetedeki çoğu yazı silinmişti." diyerek gazetedeki ilanı ona gösterdim "Ne yapacağımı bile bilmiyorum."

Yaralı DükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin