Perdelerin arasından sızan gün ışıkları ile yorganı daha da kendime doğru çektim, sağ tarafa döndüğümde üzerinde buharı tütmekte olan bir fincan çay beni karşıladı. Yattığım yerden doğruldum ve gözlerimi kısarak çay fincanına baktım uzun uzun, dün gece odamın kapısını kilitlemeden mi uyumuştum yoksa?
Fincanın yanında duran notu parmaklarımın arasına aldım ve müthiş bir el yazısı ile yazılan notu okurken karnımda kelebekler canlanmaya başladı "Madam, eğer dinlendiyseniz -ki öyle umut ediyorum- bugün bana kitap okumanızı diliyorum sizden. Sevgilerle, William."
Kapı hafifçe çalındı ve notu göğsüme sakladım. Neden bunu yaptığımı bilmiyordum fakat ayağa kalkarak yanmakta olan şömineye yaklaştım kapı açılmadan birkaç saniye önce. Kahyanın eşi kapının eşliğinde göründü ve beni ayakta bulduğunda gülümsedi.
"Uyanmışsınız..." Elinde odunlar vardı "Ben uyandırmadım umarım, madam."
"Hayır- sorun değil."
"Beyefendinin notunu okudunuz mu?" dedi fincanın olduğu tarafa bakarken, sonra yavaşça yanıma, şömineye yaklaştı ve şöminenin içine birkaç odun parçası attı.
"Okudum ve şömineye attım." Bu, benim küçük sırrım olmalıydı. Birkaç gün önce geldiğim bu şatonun sahibine aşık olamaz, duygu besleyemezdim, buraya gelirken birkaç ay sonra terk edeceğime dair söz vermiştim kendime üstelik. Fakat onun gözlerinde inkar edilmesi mümkün olmayan bir sıcaklık, bir tanıdıklık yatıyordu ve onu arkamda bıraktığımda ondan birkaç anının sonsuza dek benimle kalmasını istiyordum, onun benimle kalmasını.
"Anı biriktirmeyi pek sevmiyorsunuz sanırım." dedi son odunu da şömineye attıktan sonra ve karşımda dururken gözlerimin içine sevecen bir ifadeyle baktı, neden bana böyle sıcak davranıyordu?
"Sevmem." dedim, bu yalan değildi, geçmişime dair yalnızca bir bavul vardı yanımda ve onu da en kısa zamanda yok edecektim, anılar bana acı vermekten başka bir şeye yaramıyordu "Anılar- bir kılıçtan daha keskin olabiliyor kimi zaman, değil mi?"
Boynundaki kolyeye dokundu parmaklarının ucuyla ve acı bir tebessüm belirdi dudaklarında "Fakat ondan geriye bir kolye kalmamış olsaydı, bir zamanlar ona sahip olduğuma kim ikna edebilirdi beni?" Elimi tuttu ve kolyesine dokunmamı sağladı, sımsıcaktı "Oğlumu çok özlüyorum."
Tebessüm ettim ve elimi kolyeden çekerek koluna dokundum "Sizin gibi bir anneye sahip olduğu için çok şanslı bir çocuktu."
Gözlerinde birkaç damla yaş var oldu ve hızla odadan çıktı. Oğluna nasıl davranmıştı, iyi mi anlaşmışlardı yoksa kötü mü, birlikte mutlu anları mı vardı yoksa birbirlerine yalnızca yük mü olmuşlardı bilmiyordum fakat eğer biri ölmüşse ve geride kalan biri varsa- geride kalan kişi daima kendini suçlayacak, gideni ise bir melek gibi anımsayacaktı. Bunları biliyordum çünkü ben de annemi kaybetmiştim, ağabeyimi ve hiç tanımadan babamı kaybetmiştim- onlara ait hiçbir kötü anı belirmiyordu zihnimin kıvrımlarında, sanki onları yeterince sarmalamamış olan benmişim gibi, sanki ağabeyimin ölümüne sebep olan benmişim ve annemi kurtaramamak da benim suçummuş gibi...
&
"Her ne hakkında olursa olsun "Onu kaybettim." deme, fakat "Onu geri verdim." de. Çocuğun mu öldü? Onu geri verdin. Karın mı öldü? Onu da geri verdin. Tarlanı mı elinden aldılar? İşte yine bir iade- Lakin onu elimden alan kötü bir adamdı! Onu sana verenin falan veya filan vasıtasıyla geri almasının ne ehemmiyeti var? Onu sende bıraktığı müddetçe, yolcuların otellerden istifade ettikleri gibi, adeta sana ait bir şey değilmiş gibi ondan istifade et."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaralı Dük
Historical FictionTokmağı yılan gibi tıslayan ilginç bir ses eşliğinde indirdim. İçeriye girmek için adımımı attığımda, yaşlı kadın arkamdan kapıyı kapattı. Birkaç saniye için kapıya baktım ve sonra ileriye doğru ilk adımımı attım. Dük William Anderson sağ profili b...