Gözlerimi açtığımda sedyenin yanında duran iki doktor görüyorum ve anında kendimi toparlıyorum. "Bir sorun mu var?"
"Hayır." diyor doktorlardan biri. "Sadece kontrol amaçlı buradayız."
Sol kolundaki serumu çıkarıyorlar ve bitmiş kan tüpünü yenisiyle değiştiriyorlar. "Tahminen ne zaman uyanır?"
"Öğlene doğru hastayı uyandırmaya çalışacağız." diyor, ardından çıkıyorlar.
Sağ koluna bağlı şeffaf poşet içindeki kıpkırmızı kana bakıyorum. Buraya geldiğimden beri üçüncü serumu enjekte ediyorlar. Demek çok kan kaybetmiş ve ölüme ilk defa bu kadar çok yaklaşmıştı.
Aklıma düşen görüntüyle tüylerim diken diken oluyor ve titriyorum.
Çok kez denemişti intiharı. Evine her geldiğimde koltuğun üzerindeki, tuvaletteki hatta mutfaktaki jiletlerle karşılaşır ve onları toplardım. Zaten bandajlı kollarına yenilerini eklemekten hoşlanıyordu belli ki. Daima damar enfeksiyonu geçirir ve yine refakatçi olarak beni çağırırlardı. Bir keresinde ameliyata dahi girmişti. İlk defa Osamu'nun öleceğini kalpten hissetmiştim; ilk defa da orada ağlamıştım.Ben ölmekten korkmuyorum, ama Osamu'nun ölmesinden korkuyorum. Ben temastan nefret ediyorum, ama onun yumuşak ellerini tutmaktan çok hoşlanıyorum. Onu hâlâ çok seviyorum ve şu an onu hastane yatağında uyuyor vaziyette görmek beni mahvediyor.
Dün tutamadığım elini tutmak için harekete geçiyorum ancak o yüzük beni yine durduruyor. Elimi yumruk yaparak tekrar bacağımın üzerine koyuyorum, gerçi buna koymak denmez; bacağıma vuruyorum ve koltuğa yaslanıyorum.
"Oof, bandaj israfı... Kalksana hadi... Ben... Ben sensizliğe alışmak istemiyorum... Korkuyorum."Ne kadar son bir yıldan az zamanımı onsuz geçirmiş olsam da, onun hayatta olduğunu, hâlâ kahkaha attığını, hâlâ sokaklarda gerine gerine yürüdüğünü, hâlâ Rus edebiyâtı klasiklerini okuduğunu, hâlâ nefes aldığını biliyordum.
Şimdi o benim karşımda, ben onun yanıbaşındayım. Onun elini tutmaya cesaretim yok bu sefer, saçlarını karıştırma gücüm yok.Telefonuma geceden beri bir sürü mesaj gelmişti. Ceketimin cebinden telefonumu çıkarıyorum ve ekran şifresini girmek yerine telefonun arkasındaki parmak izi okuyucuya işaret parmağımı yerleştiriyorum. Çalıştığım yerin patronundan ve birkaç iş arkadaşımdan gelen mesajlar çarpıyor gözüme. Okumaya mecalim bile yok.
Saat dokuza yirmi dakika var. Yani Osamu yaklaşık beş saat sonra uyanacak; belki de uyanmayacak.
Oflayarak ayağa kalkıyorum ve odanın penceresine yürüyorum. Manzarası çok güzel ve yemyeşil bir orman. Bakınca bile içiniz huzurla doluyor. Ancak ben hüzünleniyorum. Birkaç yıl önce bu ormanın adının Sihirin Kalbi olmasını istemişler, belediye de ormanın girişine bu isimli bir tabela yerleştirmiş. Osamu ile ilk defa bu ormanda buluşmuştuk. Tüm özel günlerimizi burada kutlamıştık. Onun doğum günü, benim doğum günüm, ilk sevgili olduğumuz gün, Sevgililer Günü...
Dün gece odaya iki polis girdi ve Osamu'nun intiharı hakkında bilgi verdi.
Osamu intiharı o ormanda, bizim ağacımızın dibinde denemiş. Kullandığı aleti de gösterdiler. Benim önceden kullandığım bıçakla. Ayrıldığımız gün onda bırakmıştım. Kızgındım ve ona "Eğer ölmek istiyorsan al bu bıçağı ve bununla intihar et!" demiş ve evinin kapısını sertçe çarpmış, motoruma binip bir daha asla bu eve gelmeyeceğime dair yemin etmiş ve uzaklaşmıştım oradan.
Bu bıçağın bana ait olduğunu bilmiyorlardı, ben de söyleme ihtiyacı duymamıştım.
Osamu uyandığında ilk soracağım soru, neden şimdi, olacaktı. Biz ayrılalı kaç ay olmuştu. Neden şimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heart of magic
Fanfiction"nasıl bir mum diğer mumu, o da binlerce mumu yakabilirse; bir insan sevgisi başka bir insan sevgisini, o da binlerce insan sevgisini mümkün kılabilir." 【】𝗼𝘀𝗮𝗺𝘂 𝗱𝗮𝘇𝗮𝗶 - 𝗻𝗮𝗸𝗮𝗵𝗮𝗿𝗮 𝗰𝗵𝘂𝘂𝘆𝗮. 【】sihrin kalbi