"Benim ismimi verin."

3.3K 363 578
                                    

"Vazgeçti Kırmızı. Her şeyden, herkesten vazgeçti. Bu dünyadan vazgeçti. Çocukları serbest bırakarak daha fazla insan öldürmeden teslim oldu."

Çaresizlikle yüzümü buruşturup dişlerimi sıkarken başımı iki yana sallayarak oturduğum sırada arkama yaslandım. Çevrem yazdığım ancak hiçbir işe yaramayan, buruşturup fırlattığım kağıtlarla doluydu.

"Bu belki de yüzüncü yazışım. Olmuyor işte! Taslaklarım lazım bana." dedim sinirle elimdeki mekanik uçlu kalemi rastgele fırlatırken. Seokjin'in taşıdığı ve çoktan hayata gözlerini yuman kızı alt kattaki boş, boyama gereği duyulmamış, hiç ışık almayan, küçük bir odaya yatırmıştık. Üzerini gönüllü kişilerin verdiği ceket, hırka ve benzeri kıyafetlerle örtmüştük. İçimizde soğukkanlı duranlarımız vardı ki buna ben de dahildim ama yine de şu durumda kimse mantıklı düşünemiyordu resmen. İçim dışıma yansıttığımın aksine panik doluydu ve panik olmasam belki de güzel çözümler üretecektim ama zekam koşarak terk etmişti beni adeta.

"Taslaklarını almamız imkansız. Okulda çıktığımız anda ölürüz. Ayrıca şuraya baksanıza. Kaçacak bir delik bile yok. Pencereleri kırsak kolum zor sığar." Lisa sitemle dişlerini birbirine bastırdıktan sonra yere sürtüp durduğu ayakkabılarına eğdi başını.

Çoğu kişi hava iyice karardığı için artık karanlık olan ama patladı patlayacak eski floresanla aydınlatılan koridorlara, diğer sınıflara veya alt kata dağılmışken sınıfta biz hariç birkaç kişi daha vardı. "O zaman..." Rose üretken hâliyle tek kişilik sıramın önündeki boşlukta durmuş, bizlere doğru hafifçe eğilmişti. "Seokjin'in Kırmızı olduğunu herkese söyleyelim. En azından şansımızı deneriz."

Gözlerimi devirip işaret parmağımla onu omzundan iterek uzaklaştırdım. "Saçmalama. Onun Kırmızı olduğundan emin bile değiliz."

"Ya!" dedi Jisoo araya girmek amaçlı uyarıcı tonla. Yan sırada oturan Lisa'nın hemen yanında, ayakta dikiliyordu. Sağ ayağıyla oturduğum sıramı hafifçe ittirip gözlerini kıstı, burnundan soludu, serçe yutkundu. "O benim sevgilim. Hatırlatırım. Ölmüş bir kızı kucağında taşıdı diye ona katil damgası vuramayız. Ne yapsaydı? Kızı öylece bıraksa mıydı? Empati kurun biraz." Son cümlesini hırsla tıslayarak söyledikten sonra kollarını göğsünde birleştirmişti.

Umarsızlık ev sahibim olmuş, sorumluluk yakamı sertçe tutmuş, cevap pılını pırtını toplayarak çekip gitmişken bir elimi saçıma atıp karıştırdım. Küçük gözlerimi sınıfta dolaştırdığımdan tam o anda karşımdaki bedeni görmüştüm. Ben oturduğum için kızların ise arkası dönük olduğundan ilk başta fark edememiştik ki durduğu yere bakılırsa konuşmalarımızı duymuşa benziyordu.

Göz göze gelince telaşa kapıldı; ellerini nereye koyacağını bilemedi, gitmek için sağa döndü, bundan vazgeçti, bu sefer sola döndü, yine vazgeçti ve tam arkasına dönüp hızla yürüyecekken seri hareketlerle ayağa kalkarak "Taehyung!" dememle olduğu yere çakılı kalmıştı. Ben onun yutkunuşunu izlerken kızların "Ne oldu? Duydu mu?" gibi konuşmalarına şahit olmuştum ancak cevap verme gereksiniminde bulunmadan uzun siyah saçlı, zayıf ve porselen yüzlü bu çocuğun karşısında dikildim.

"Ne kadarını duydun?"

Eğdiği başı zar zor dikleşti, kaçamak bakışlar atan gözleri sonunda benimkilerde sabit kaldı. "Hiç... Hiçbir şey duymadım."

Duymuştu. Yalan söylemeyi beceremiyordu.

Ona doğru bir adım atıp sert yüzümü yumuşattım ve ses tonumun nazik çıkması için gayret ettim. Normalde duruşum, ses tonum, mimiklerim sebebiyle eleştirilen birisi olmuştum çünkü beni tanımayan insanlar sırf dış görünüşüme bakarak kaba olduğumu düşünebiliyorlardı. Şimdi Taehyung'a ani olan yaklaşımım onun tereddüt etmesini sağlamıştı anlaşılan. "Bak," dedim onu yüzüne yaklaşırken. Gözleri öylesine derindi ki makyaj olmasa bile varmışçasına duruyordu. "Sakın kimseye bir şey söyleme. Tamam mı?"

Kırmızı, taennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin