Yine ben...
Bir_garip_azot Aç kollarını meleğim, bu bölümcük de sana gelsin. :') <3
Duyguları hissedeceğiniz keyifli okumalar diliyorum.
«Ben yağmura sarılırken hüzün kokan gece de sonsuz kollarını bana açtı...»
Geceler gündüzlere, gündüzler gecelere kapısını açar. Hüzünler sevince, gözyaşları içten bir gülümseyişe bırakır kendini. Her şey değişir zamanla. Evet, değişir ama hiçbir şey geçmez zamanla. Yaşamın bir kandırmasıdır bu. Biz geçti, gitti, bitti diye düşünürken hayat bize yeni senaryolar yazmaya başlar. Geçti sandığımız acılarımıza yeni bir kostüm giydirip önümüze sunar hayat. Biz insanlar da çoğu zaman hayatın bu kötü esprisine kanarız.
Tam üç gündür lavaboya gitmek dışında bu uzandığım koltuktan kalkmıyorum. Ne tek kelime bir şey yazıyor ne de herhangi bir şey yapıyordum. Zaten kendimi iyice soyutladığım bu hayattan daha da kopuyordum. Bu bir hastalıktı bana göre. Ben de bu hastalığa çareyi yazarak buldum. O kör kaldığım yıllarımla savaşıyorum yazdıkça. Kördüm çünkü neyin samimi neyin sahte, neyin sevinç neyin hüzün, neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilmiyordum, bunları göremiyordum. Şimdi ise kör gözlerimi açmıştım. Her şeyi en ince detayına kadar görebiliyorum. Beni yıkıyor, derinlere atıyor, kuytulara hapsediyor ama görebiliyorum. Farkındayım her şeyin. Geç olsa da farkındayım.
Şimdi ilaçlarımı almalıyım, kendimi tedavi etmeliyim. Koltuktan kalktım ve terapi alanıma doğru ilerledim. Tozlu masa... Terapi alanım tozlu masa.
Merhaba karanlık ızdıraplar...
Merhaba beyaz kağıt...
Merhaba acılar...
Merhaba, zifiri ruhuma merhaba...
O akşam insanların 'kötü' diye derecelendirdiği bütün duyguları bir anda hissetmiştim. Korku, hüzün, bilinmezlik, yarım kalmışlık ve dahası... Ama en şaşırtıcı olan neydi biliyor musunuz? Dibine kadar hissettiğim bu berbat duygular bir araya gelince hissizlik duygusunu uyandırıyor. Can yakıcı hisler tek bir duyguyu yaratıyor. Hissizlik...
O kadın, haysiyetini ve bedenini ihanete kurban veren, her şeyin farkında olduğu halde bir mütevazı evliliğin üçüncü kişisi olan, göz göre göre hemcinsini kandıran, üzen, yıkan, mahveden, kahreden...
O adam, babam, yıllardır aynı sofrada oturduğu, aynı yastığa baş koyduğu, beraber mutlu olup beraber üzüldüğü karısını, annemi kandırdı.
İşte o akşam annemi bu zalim hayattan soyutlanmış, kalbini ve hislerini buz tutmuş, büyük bir deprem olmuşçasına yıkılmış bir şekilde bulduğumda neler olduğunu anlamaya çalıştım.
Babamın dört yıldır birlikte olduğu kadın gelmiş bizim eve ve her şeyi ateşe verip gitmiş. Bağıra çağıra, bir kadın için ne denli ağır olan, içine kor gibi düşen o cümleleri haykıra haykıra savurmuş annemin masum yüzüne, saf benliğine.
"Seviyorum."
"O da beni seviyor."
"Çekil aradan!"
Belki siz bu cümleleri birkaç saniyede okudunuz, belki size gayet sıradan üç cümle gibi geldi. Belki de sizde hiçbir duyguyu hissettirmedi. O tükenmişlik, yıkılmışlık, güvensizlik, çaresizlik, öfke, hüzün, pişmanlık ve daha bütün acı duyguları yaratmadı sizde. Ya annemde? Önce annem yıkıldı o kadının sözleriyle sonra ben. Bir annenin bütün duygularını çocukları da tadar bana göre. O duygular çocukların da yüreğine derinden işler. Bir anne parçalanınca çocuklar da parçalanır, savrulur, atılır bir kenara ve unutulur.
İşte biz de böyle olduk.
Parçalandık önce. Sonra o parçalar acı dumanlarla, feryat eden çığlıklarla kaplı, kasvet yağmurları yağan, keder rüzgarlarının estiği koca bir boşluğa savruldu. O koca boşlukta en bilinmez köşelere atıldık ve sonra da unutulduk.
Bitti mi peki? Hayat bu dertleri başımıza sarınca yetindi mi? Annemin, benim, onun, onların, üzülen, yanan, kahrolan her insanın döktüğü yaşlar hiçbir zaman yetmedi hayata. Hep daha fazlasını, daha çoğunu, daha da daha da daha da...
Bak kağıt, gör kalem, duy beni gökyüzü. Duy... Hisset beni, anla sitemlerimi. Sar beni kollarına eşsiz gece. Okşasın saçlarımı bedenimi büyüleyen o dolunay. Sis bulutlarıyla kaplı anılar ateşli oklar gibi saplansın göğsüme teker teker. Hem gözümden hem de yorgun, hayatın ağır mühürlerini yemiş o soyut kalbimden aksın yaşlar, aksın anılar. Sonra bulutlar sırtlansın benim acılarımı, yaşlarımı yüklensin. Benimle dolup taşsın bulutlar, hüzünlerimle yankılansın. Ve en sonunda yağsın tüm dünyaya. Hunharca yağsın bütün insanların üzerine. Ben de puslu camın kenarına geçip içini boşaltmış bir kalple izleyeyim gecenin zifiriliğinde yağan acılarımı. Kulağımda en acıklı müziğimle, annemin çığlıkları, ihanet uğruna ruhu yok edilmiş bir kadının feryatları ile seyredeyim kederli yağmurlarımı.
Hüclerimin her biri ağlıyordu yazdığım son paragrafla. Ahh tozlu masa..! O toz tanelerinin üzerinde neler neler var. Gözle bile zor görülen o toz zerrelerinin üzerine neler neler sığdırdım ben.
Yıllardır sönmeyen o ateş tekrar baş verdi bedenimde. Yağmur... Gözlerim karanlık evimin kirli camlarına iliştiğinde yağmurun yağdığını fark ettim. Sanki gökyüzü beni işitmişti. Sanki beni tanıyordu, biliyordu, içimdeki boşluğu doldururcasına, ruhumdaki izleri silercesine yağıyordu.
Yağmur benim için yağıyor...
01.02.2021
İşte, çocukluk depremlerimin yıktığı ruh enkazlarımı yazdığım o kağıdın son cümlesi bu oldu bu gece için. Dedim ya, yağmur benim için yağıyor. Bana kucak açıyor, ben de ona kollarımı açıp sımsıkı sarılmalıyım.
Titrek ellerim korkak bir şekilde perdeye uzandı ve o eski kumaş parçasını sertçe kavradı. Kafamdaki derin bir çığlık eşliğinde gözlerimi kapattım ve hızla perdeyi açtım.
Gözlerini dünyaya yeni açan bir bebek gibi izledim geceyi, dolunayı, yağmuru. İçimdeki masumiyet uyanmıştı, sarılmaya muhtaç olan ama göğsündeki can kırıkları her geçen saniye daha da batıp benliğini kanatan, özünü parçalayan, hislerini ateşe veren gözyaşlarımı döküyordum. O gözyaşları da o çökmüş yanaklarımdan aşağı süzülerek çatlayan, kurumuş dudaklarımın hüküm sürdüğü titreyen çeneme sarılıyordu. Acı içinde süzülmeye, ruhumu ıslatmaya devam ediyordu gözyaşları. En sonunda kalbimdeki fırtınayla birlikte kendini bırakıyordu gözyaşları. Boğazım kuruyor, nefesim kesiliyor ve...
Sonrasını bilen bilir.
Acımasız dünyanın pençesine sıkışan ve her defasında kuytulara düşen bilir.
Kafamı camdan çıkardım ve gözlerimi kapattım. Ellerimi usulca ileriye doğru uzattım. Buz gibi yağmur damlaları delercesine düşüyordu ellerimin üzerine. Gözyaşlarım yağmura, yağmur toprağa, toprak ruhuma karışıyordu. Toprakla birlikte gelen o temiz kokunun arasından bir yanı kırık hüzünlerimin kokusunu da alıyordum.
Ben yağmura sarılırken hüzün kokan gece de sonsuz kollarını bana açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOZLU SATIRLAR | KISA HİKAYE
Short Story(Tamamlandı.) Keşke her şey küçük bir bebeğin yanlış ama tatlı bir telaffuzla ağzından çıkan bir kelime gibi, bir kedinin, bir köpeğin, bir kuşun veya herhangi bir hayvanın saf ve sıcak bakışlarındaki gibi masum olsaydı, masum kalsaydı. Nasıl bir ça...