Siz hiç hissettiniz mi böyle? Neyi diyeceksiniz şimdi. Ben de bilmiyorum, galiba ben de hissedemiyorum. Sanki o ben değildim, Esen değildi. Hayatımın her bir karesi kendi başına buyruk hareket ediyor, içinde bulunduğum her bir saniye o kadar saçma sapan bir düzen tutturmuş ki onların ritmine yetişemiyorum. Aldığım nefese bile özel bir anlam yüklemek için onca çaba sarf ederken her şey nasıl da anlamsız bir boyuta kayıyor? Ya her şey fazla anlamlı ve olması gerektiği gibi ya da ben fazla anlamsızım.
Hatıralar üşüyor, çocukluk ve yalnızlık kendi köşelerine çekilmiş sükunete sarılıyor, ben ise avuçlarımda eskimiş Esen'i teselli etmeye mecbur kalıyorum.
Artık ne başımı yaslayacak kağıdım ne de içimi dökecek kalemim var. Bütün hevesler ve hisler sustu, ben de sustum. Bak, huzur arkasını dönmüş gidiyor el sallayarak, tozlu satırlarımın gökyüzüne bak şimdi, nasıl da kararmış, nasıl da ağlıyor.
"Bu çilekler senin."
Gerçekten o çilekler benim miydi? Gerçekten ilk ve tek de olsa önemsendiğim için mi bana alınmıştı o çilekler? Karşımda durmuş, sanki gözlerinden pişmanlığın soğuk suları akıyor acı acı. Sanki elinde olsa taptaze çocukluk duygularımı siyaha boyayan o yılları başa sarıp bir masalın içindeki prensesmişim gibi niteleyip tekrar yaşatacak, sanki... Sanki baba kucağını asla ama asla tatmamış, o merhametin kırıntısını bile hissedememiş olan bana bunu hissettirecek gibi bakıyor.
Doğru, beni baba kucağına alıyor ama bakışlarındaki hain görüntünün pişmanlığının zalim ve can acıtıcı kucağına alıyor.
Sinirlenip etrafı darmadağın etmek istiyorum. Öfkemi tutamayıp sağa sola çatmak, aynaları kırmak, saçlarıma kıymak, duvarları inleterek bağırmak istiyorum. Dilime dökülen her bir kelimeyi haykırmak, o kelimelerle acılarıma şarkılar yazmak ve sonra o şarkıları gökyüzüne bahşetmek istiyorum.
Fakat yıllara olan kırgınlığım yerimde oturup elimdeki siyah deftere birkaç zavallı sözcük yazmaktan başka bir şey yapmama engel oluyor.
Benim tozlarını üfleyemediğim hikayem de yarım kaldı. O satırlarla kendimi avutmak, umudun olduğuna inanmak, kendimi mutluluğa adım adım yaklaşıyormuş gibi kandırmak istiyordum.
Yaşlarımı buhar edip küçücük hayat kümemin en dışına göndermek, bazı şeyleri unutmuş veya olmamış, yaşanmamış gibi davranmak, kendime sıradan ve yalnızca Esen'in, esenliğin olduğu bir yol çizmek, ana teması huzur ve ümit etmek olan bir hikaye yazmak, ferahlık kıvılcımlarıyla dolu bir gökkuşağına yolculuk yapmak istiyordum.
İşte şurada, göğsümün arasında eski bir plak var. "Senin olsun," diyor. "Alın, hepsi sizin olsun, bana sadece beni verin," diyor.
"Bana sadece beni verin."
Bana edilen sayısız ihanet var ama ben satırlarıma ihanet edemem. Her birine binlerce his yüklediğim o meçhul kızın satırlarına ihanet edemem. Her bir kelimesinde Küçük Esen'in hatırı olan o cümlelere bu kötülüğü edemem.
Sınıfta kaldım, geçemedim. Vazgeçmek yok dedim ama vazgeçtim. Umut hep var dedim, sonra kendi elimle yok ettim. Belki de son kez titrek parmaklarım kalemle, boşluktan hallice olan gözlerim içimden dökülüp giden satırlarla buluşuyor.
Ablam üniversiteyi okudu, bitirdi ve gitti. Yurt dışına gidiyorum, yüksek lisans yapacağım dedi bize ama gidiş o gidiş. Anladığınız üzere dönüşü olmadı.
İlk gittiği zamanlar arada sırada telefonla konuşurduk ama daha sonra bu telefon görüşmeleri aksadı, ablamda soğuk tavırlar boy verdi. Defalarca kez sormamıza rağmen iyiyim, rahatım, beni dert etmeyin diye geçiştirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOZLU SATIRLAR | KISA HİKAYE
Conto(Tamamlandı.) Keşke her şey küçük bir bebeğin yanlış ama tatlı bir telaffuzla ağzından çıkan bir kelime gibi, bir kedinin, bir köpeğin, bir kuşun veya herhangi bir hayvanın saf ve sıcak bakışlarındaki gibi masum olsaydı, masum kalsaydı. Nasıl bir ça...