10.Bölüm : Bu Çilekler Senin

103 28 59
                                    

Gülüşlerimin ışıltısı geçmişe çapasını atmıştı. Kendini karartmak için elinden geleni ardına koymayan zalim zamana mahkûm kalmak, maruz kaldığı dumanların acılı kokusunu üzerinden çıkarmak istemiyordu.

Tıpkı senin gülüşün gibi rengârenk...

Bu cümle zihnime bir mıh gibi saplanmıştı. Sanıyordum ki gülümsememin rengi yamaçlarından kayıp gitmişti. Meğer öyle değilmiş, soyut, belirsiz, hissiz ve yoksun değilmiş, değilmişim. Gözlerimdeki umut parıltısı biraz sislenmiş, buğulanmış ve de fazlaca bitkin düşmüş olabilir ama hâlâ orada, gizleniyor fakat açığa çıkmak için gün sayıyor.

Çocukluğumdan bana miraslar var, Küçük Esen'in bana emanetleri var. Ne bu hain çağ ne bu gaddar insanlar ne de yaşamın düzenbaz oyunları o emanetleri benden geri alamaz. Çünkü eğer özüme kazık çakmış bu mirasları alırlarsa çocukluğuma en saf hâliyle sakladığım Esen'in tutunacak bir dalı kalmaz.

Umut dolu saksılarımla kararmış balkonumu süsleyip soğuk kasemi ve buz tutmuş duygularımı sıcak çorbamla ısıttığım günden beri her şey sanki çok normalmişçesine ilerliyordu. Ama işte bugünün bana yüklediği hüzün sığmıyordu yüreğime, bedenime, içime, satırlarıma, cümlelerime.

Bugünün hükmü büyüktü. Göz pınarlarımda bıraktığı o sıcak his, dalıp dalıp geçmişin kuytularında yaptığım o yorgun yolculuk, kalbimde renksiz bir egemenlik kuran o boşluk, varlığını her zaman koruyan ama işte tam da şu tarihte dayanılmaz bir boyut alan özlemin ruhumu iğnelemesi büyüktü.

"Hayır, Esen. Bugün yazamayız, acılarımı tazelemek gibi bir görevle kutsanmışım ben. Hadi, birlikte törpülemeye çalıştığım özlemimi ve üzerine ne kadar su serpsem de kurtulamadığım acılarımı tazeleyelim. Hemen gitmeliyiz, abim bizi çok beklemesin."

Anıların kokusunun her zerresine kadar sindiği hırkayı giydim, çocukluğumun masumiyet kırıntılarını paylaştığım siyah kapaklı defterimi aldım, gözyaşlarım, kurumuş dudaklarım ve buz tutmuş ellerim de bana eşlik ettiğine göre gitmek için hiçbir eksiğim yoktu.

Yalnızlığımın ellerini kavrayıp yürümüştüm gri taşların ördüğü kaldırımları. Göğsümün bir tarafına umudu, diğer tarafına karanlığımı koymuştum savaşlarını en azılı şekilde sürdürsünler diye. Bir elimde yalnızlığım, bir elimde Küçük Esen'im hasret gidermek için gidiyoruz, abime sarılmak için gidiyoruz, bize emanet ettikleri arasında olan, senelerin yeis renkli tozlarını taşıyan hırkasını ona vermek için gidiyoruz.

Tıpkı senin gülüşün gibi rengârenk...

Gülüşlerimin rengini abime de göstermek için gidiyoruz.

Her adımımda bize eşlik edenlerin sayısı artıyor. Kaldırımdaki gencin mızıkasından çıkan hisli notalar, saçlarımı oradan oraya uçuşturan sert rüzgar, karşıdan gelen yaşlı amcanın yüzündeki çizgilerde özenle biriktirdiği yaşanmışlıkları, ağaç dallarının sert hışırtıları, elimdeki defterin sayfaları arasında canhıraş ağlayan kızın çığlıkları...

Gözyaşı ahengi senfonisi ismini koyduğum parçanın birer notası olmuştum, olmuştuk. Bu parça, bu senfoni bugüne gelsin, bütün dert yoldaşlarıma gelsin, abime gelsin.

Adımlarım o kapıdan içeri atıldı, kaç insanın sevdiği yatıyor şu koyu örtülerin altında, kim bilir? Abime yaklaştıkça beni buraya kadar getiren yoldaşlarım teker teker gidiyordu. Mızıka sesi, rüzgâr, ağaç hışırtıları... Hepsine karşı hissiz bir kalkan oluşturmuştum sanki, onları duyamıyorum, hissedemiyorum. Herkes gider, beni başıboş bırakmayan iki kadim dostum yalnızlığım ve çocukluğum ellerimi sıkıca tutar, katiyen bırakmaz.

TOZLU SATIRLAR | KISA HİKAYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin