0.1

950 40 120
                                    

"Yuta, sağ ayağın dengesiz!" Koçumun sayamadığım kadar çok bağırmasının ardından durdum. Bugün daha fazla bunu yapmak istemiyordum. Buz pistinden çıktım ve patenleri çıkardım. Kendi ayakkabılarımı giyerken dinlemedim yine o adamı. Gerçekten, benden ne istiyordu?

"Yuta, daha bitmedi. Nereye gidiyorsun?" Umursamaz tavırlarla soyunma odasına girdim ve kirli kıyafetlerimden teker teker kurtuldum. Bir duşun ardından temiz kıyafetlerimi giydim. Saçlarımı kurutmaya üşeniyordum. Hem eve ne kadar çabuk gidersem o kadar iyiydi benim için. Bu yerde olmaktan nefret ediyordum. Her bir parçası bana onu anlatıyordu. Yine ağlayacakmış gibi hissettiğimde hemen toparlanmıştım. Çantamı sırtıma geçirmiş, kapıyı açmıştım ki yere yapışmam bir olmuştu. Tiz bir ses çıkmıştı ağzımdan ve kapı yeniden kapanmıştı. Jun-u içeri girmişti.

"Nereye gidiyorsun daha bir saatimiz vardı." Ortama bir iç çekiş bırakmış, hızla ayağa kalkmıştım.

"Havamda değilim, seninle sonra uğraşırım."

"Ne zaman havanda olacaksın Nayuta? Taeyong beceriksizi gittiğinden beri tek yaptığın ağlamak ve dersleri kaytarmak oldu." Sinir parmak uçlarımdan başlayıp bütün vücuduma yayılmaya başlamıştı.

"Jun-u, söylediklerine dikkat etmelisin." Kapıya yeniden yöneldiğimde kolumdan tutmuş, beni resmen savurmuştu. Sırtım dolaplara çarpmış, acıyla inlemiştim.

"Bir yere gitmiyorsun Nayuta. Seninle biraz zaman geçireceğiz." Benden uzun ve iri olan beden tam önümde durmuş, yüzünü yüzüme olabildiğince yaklaştırmıştı.

"O beceriksiz Taeyong seni hiç hak etmedi." Elleri bedenimde dolaşmaya başladığında amacının ne olduğunu az çok anlayabiliyordum.

"Şu güzel bedeni altında inletmesi gerekiyordu ama erken gitti yavrucak." Dediğiyle artık dayanamamış, hızlı bir hamlede bulunup itmiştim onu. Yerinden kımıldamıyordu adam.

"Şışt sakin ol, işimiz çabuk bitsin." Gözlerim yaşlarla dolmaya başladığında güçlü durma kalkanım yavaş yavaş iniyordu.

"Ha şöyle." Ellerini tişörtümün içine soktuğunda yine ittirmeye çalıştım. Çırpındım ama yanında küçük kalıyordum ve beni kolayca tutuyordu.

"Daha yeni ne dedik biz Nayuta?" Dudaklarıma yaklaştığında karnına geçirdiğim tekmeyle geriye doğru gitmiş, kalın bir sesle bağırmıştı. Fırsat bilip koşarak soyunma odasından çıktım. Aynı şekilde tesisten de çıktım. Dışarı çıkar çıkmaz bacaklarım titremiş ve beni tutmayarak yere düşmeme sebep olmuşlardı.

"T-taeyong-shi.  B-bedenimin, sadece sana ait olduğunu söylemiştin. Şimdi.. şimdi onun elleri değdi. Neredesin sen?" Kendi kendime konuşmaya devam etmiş, hüngür hüngür ağlamıştım. Yerden zorla kalktığımda taksiye ilerlemiş ve binmiştim. Eve gidip vücudumu kazıyana kadar yıkamak istiyordum. Sonunda eve geldiğimde cebimdeki anahtarlarla benim için ideal olan bir artı bir evime gelmiştim. Daha fazlasını alabilirdim ama burayı çok sevmiştim. Ferah bir havası vardı. Açık mutfağında beyaz dolaplarda kaplıydı. Küçük bir tezgahı ve salona dönük olan tarafında iki sandalye vardı. Taeyong'un sandalyesiydi bu. Mutfakla bağlantılı olan salon biraz daha geniş. Baştan aşağı büyük bir cam var ve Seoul ayaklarının altında. Basit L bir koltuk, bir televizyon ve Taeyong'un ayaklarını uzattığı puf.

Banyoya geçtim ve üstümdeki her parçayı çıkartıp bir poşete doldurdum. Daha yeni duş almıştım ve saçlarım hala ıslaktı ama umrumda değildi. Lifi her tarafıma iyice sürtmüş, derimi soymaya çalışmıştım resmen. Vücudum tamamen kızarmıştı.

Sonunda kendimi küvette ağlayarak bulmuştum. Canım çok yanıyordu. Bana seni hiç bırakmayacağım demişti. Peki neredeydi? Buna neden izin vermişti? Ondan başka kimse sevemezdi beni, kimse dokunamazdı hani? Ne olmuştu şimdi?

pista de hielo - yutaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin