Yüzümde bulunduğum yerde olmanın hayal kırıklığını sonuna kadar belli eden bir ifade ile ofise girdim. 1 haftalık cennet tatilim sona ermiş ve gerçek dünyaya dönme vaktim gelmişti. Hiç özlemediğim bu beyaz ve kasvet dolu gerçeklikten ölesiye nefret ediyordum. Kapıda durup bir kere bütün ofisi süzdükten sonra içeriye girdim. Adımımı atar atmaz ilk karşılaştığım kişi abartılı makyajları ile var olan birazcık güzelliğini de batıran bölüm sorumlusu Çiçek'ti.
"Hoş geldiniz Defne hanım."
Yüz ifadesi ile kurduğu cümlenin birbirinin tam tersi olduğunu belirtmem gerekiyor. Hoş geldin demekten ziyada "defol git buradan" diyecek gibi bir duruşu vardı. Kısa sarı saçlarının yüzünün önüne gelen tutamını geriye savurduktan sonra kollarını göğsünde kavuşturdu. Gözlerimi devirmemeye çalışarak yavaşça başımı salladım.
"Hoş buldum Çiçek hanım."
Beni baştan aşağı bir kere süzdükten sonra topuklarının üstünde dönüp gitti. Bende iç çekerek masama yöneldim ama gidemedim. Ofisin erkekleri uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibi yolumu kestiler.
"Hoş geldin, tatilin nasıl geçti? Nerelere gittin? Bizi özledin mi?" gibi sorular sorarak yürümemi engelliyorlardı. "Çekilin gidin başımdan! Sizi kim özlesin be!" diyerek bağırmak istesemde sadece "teşekkürler" diyip kafa sallamakla yetindim. Hepsini geçiştirip büyük bir enkaz altından çıkmış gibi masama ulaştım. Yağmur sevinçle sandalyesini kaydırıp bana yaklaştı.
"Hoş geldin çalışma arkadaşım. Geri dönmenin üzüntüsünü yüzünden okuyabiliyorum."
"Hoş buldum demek isterdim ama..."
Dudağımı büzerek gözlerimi kırpıştırdım. Sandalyeme oturup dirseğimi masaya yanağımı da avuç içime yasladım. İç çekip gözlerimi Yağmur'a kilitledim.
"Ofisin erkekleri seni çok özlemiş belli ki."
Neşeli kahkahasından atıp sandalyesini bir tur kendi etrafinda döndürdü. Bu kız nasıl bu kadar neşeli ve enerjik oluyordu? Saat sabahın 9'uydu. Çoğu insan için uygun bir saatti fakat benim için henüz sabahın körü sayılırdı. Bu saatte benim 29'uncu rüyamı falan görüyor olmam lazımdı...
"İnanılır gibi değil. Daha dün cennet gibi bir yerde yakışıklı yüzücüleri süzerek güneşleniyordum. Bugün ise şu aptal ofiste 30 yaş üstü ağzı kokan adamların bana yavşamalarını geçiştirmekle uğraşıyorum."
"Eh, her güzel şeyin bir sonu vardır neticede. Bende tatilimi dört gözle bekliyorum. İki hafta sonra da sen bensiz kalacaksın. Çok özle beni olur mu?"
Sevimli gülümsemesi ile başını yana eğip bana baktı. Bende gülümseyerek karşılık verdim. Neyse ki iş arkadaşım insanın sabahları görmek isteyeceği türden biriydi. Neşeli ve enerjikti fakat insanı bunaltan tiplerden değildi. Omuzlarına dökülen kumral buklelerini kulak arkasına yerleştirip gülümsedi.
"Yeniden hoş geldin."
Gülümsemeye devam ederken masasına döndü. Bende bilgisayarın başlatma düğmesine bastıktan sonra masamın üzerine toparladım. Anlaşılan bölüm sorumlusu bana geri dönüş hediyesi olarak bir sürü çeviri bırakmıştı. İç çekip kitapları karıştırmaya başladım. Gözüme çarpan bir tanesi hariç ilgi çekici bir şey yok gibiydi. Geneli ergenlerin yazıp baba parası ile basıma gönderdiği birbirinin aynı aşk hikayeleriydi.
Oğlan zengindir, kız fakir. Birbirlerini okulda görürler. Kız oğlandan nefret eder çünkü zengin ve havalıdır. Oğlan da kıza aşık olur çünkü etrafında onunla ilgilenmeyen tek kız odur. Kavga eder, öpüşürler ve bom finalde evlenirler. Tanrım...Ben bu kitapları okumak için mi onca yıl dil okuyup İngilizce ve Almanca öğrendim... üzüntümü içimde tutup dikkat çekici tek kitabı okumaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pandora'nın Kutusu
Ficção GeralYaşadığımız her olayı bütün detaylarıyla hatırlayamayız. Hatta bazen bazı olaylar öyle korkunç ve karanlıktır ki zihnimiz onları gizler eski, küçük bir kutu içinde saklar. Bu kutu yalnızca bir anahtarla açılabilir. Bu anahtar bazen esintiyle gelen g...