Bölüm 3 - İlkler

11 2 0
                                    

Geceler benim demiştim ya daha elimdeki birayı biteremeden uyuyakalmışım. Uyandığımda saat sabahın beşiydi ve henüz güneş doğmamıştı. Sanırım iki günde uyku düzenimi mahvetmiştim. Biraz telefonda takıldıktan sonra yataktan çıkıp elimizi yüzümüzü yıkadım. Hiç değilse kahvaltı edeyim diye mutfağa yöneldim. Fakat...evde hiç bir şey olmadığını unutmuştum ve markete gitmemiştim. Bir süre boş buzdolabının içini süzdükten sonra yere oturdum.

"Harika Defne. Daha güneş doğmadan kalktın ve bu saatte en iyi yapabileceğin şey kahvaltı ama buz dolabın tam takır. Alkışlıyorum seni..."

Kendimi alayca bir şekilde alkışladım.
Açık buzdolabından gelen soğuk esintiye aldırış etmeden bir süre daha oturmaya devam ettim. Vücudumdaki küçük tüylerin diken diken olduğunu hissedinceye kadar da yerimden kalkmadım. Belki çikolata ya da bisküvi vardır umudu ile mutfak dolaplarını karıştırmaya başladım. Ve bingo! En sevdiğim tahıllı bisküvilerden 3 paket bulmuştum. Tarihlerini kontrol ettikten sonra televizyon karşısına geçip iki paketi mideme indirdim. Diğer paketi de yine markete gitmeyi unutursam diye mutfak tezgahında bıraktım. Karnım azda olsa doyduğu için bu sefer canım sıkılmaya başlamıştı. Bir süre daha izleyecek bir şeyler bulma umuduyla kanalları gezmeye devam ettim. Ya eski diziler vardı ya da adını bile duymadığım insanların sunduğu sohbet programları. Televizyonda kendime uygun bir şey olmadığını anlayınca bende başka bir şeyler düşünmeye başladım. Hava durumunu kontrol ettim. Yağmur yağışı gözükmüyordu. Belki erken kalmamı fırsat olarak değerlendirebilirdim.
Yatak odasına gidip eşofmanlarımı giyindim. Siyah sweatshirt üm üstündeki kurabiye canavarı çok tatlı bir şekilde önünde duran kurabiyelere bakıyordu. Kapşonlu hırkamıda giyinip çantamı toparladım. Büyük sırt çantamı alıyordum yanıma çünkü buradan doğruca ofise geçicektim. İçine kot pantolon ve bir bluz yerleştirdim. Açık olan ışıkları kapattıktan sonra kapıyı kilitleyip evden çıktım.

Ofise gitmek için saat fazlasıyla erkendi. Bende deniz havası almak için sahile yöneldim. Buradan sonra da ofise kadar yürümeyi düşünüyordum. Otobüsle buradan 20 dakikalık bir mesafedeydi. Sanırım yürüyerek 1 saatte varabilirdim.
Arabam yoktu. Çünkü hem kullanmayı bilmiyordum hemde araba almaya yetecek kadar param var mıydı bundan emin değildim. Belki banka hesabımda yeterli para olabilirdi ama orayı en son ne zaman kontrol ettiğimi hatırlamıyordum.

Saat 6'ya geliyordu buna rağmen etraf karanlıktı. Gökyüzü, ağaçlar ve soğuk esen hafif rüzgar...hepsi sonbaharda olduğumuzu anlatır gibiydi. Esen rüzgarla ağaçlardan düşüp süzülen yaprakların arasından yürümek için evin karşısındaki parkın içinden gitmeye karar verdim.
Sabah havasını ciğerlerime çekerken gözlerimi kapadım. İçim ürpermişti ve bu his aşırı güzeldi. Hani yaşadığını hissetmek derler ya, sanırım o bu oluyordu.
Gözlerimi açıp sahil yoluna doğru yürümeye başladım. Etrafta benden başka kimse yoktu. Sanki bütün dünya bana aitmiş gibi.

Bazen yalnız başıma bir dünyada yaşamak istiyorum. Savaşlar olmazdı, kötü insanlar ve insanlar. Yalnızca ben. Benim dünyam. Tıpkı küçük prens gibi. Kendime ait küçük bir dünyam olsun isterdim. Belki bana eşlik edecek, onunla ilgilenmemi isteyecek güzel bir gül. Bu şekilde düşününce her şey harika geliyordu. Fakat küçük prens bile zaman zaman sıkılıp, üzülebiliyordu. Belki de üzüntü diğer tüm duygular gibi yaşamın önemli bir parçasıydı.

Üşüdüğümü hissedince hırkamın fermuarını kapatıp kapsonu başıma geçirdim. Güneş çıkana kadar biraz soğuk yiyecektim anlaşılan. Dalgaların sesini duymaya başlayınca küçük bir heyecan yaşadım. Mavi deniz çarşaf gibi serilmişti. Bir kayanın üstüne oturup denizin üstünde oyuncak gibi duran gemileri izlemeye başladım. Küçükken yaşadığım yerde deniz yoktu. Hep televizyonda görüp bir gün denizi olan bir şehre taşınacağıma dair kendime sözler verirdim. Ve işte. 24 yaşımda tek başıma bu denizin kıyısında oturuyorum. Küçükken hayal ettiğim gibi mutlu değildim. Dünyada istediğim her şeye sahip değildim. Her şeyi geçtim güvenerek sırtımı yaslayacağım bir kişi bile yoktu hayatımda. Ofisteki arkadaşlar ofis arkadaşıydı. Yalnızca bir kaç aydır tanıdığım yabancılardan fazlası değillerdi. Bu hayattaki tek akrabam annemdi. Fakat o da şu anda dünyanın öbür ucunda yeni ailesiyle birlikteydi. Her ay bana düzenli olarak para yollardı. Fakat o paraya hiç dokunmadım. Yalnızca kaldığım evi almasına izin vermiştim. Parasını kabul etmediğin birinin neden sana ev almasına izin verdiğimi soracak olursanız çok ısrar etmişti. Kendine yeni bir aile kurduğu için ondan nefret ettiğimi düşünüp vicdan azabı çekiyordu. Benim için az da olsa bir şeyler yapmak, hayatımı kolaylaştırmak istiyordu. Ayrıca o zamanlarda henüz ise girmemiştim. Evin anahtarıyla birlikte bana büyük bir miktar para da bırakmıştı. İlk maaşımı alıncaya kadar o para ile geçindim. Ardından kalan parayı evde bir köşeye attım. Halen binlerce lira vardı o köşede. Ölüm kalım meselesi yaşamadığım sürece o paraya el sürmeye niyetim yoktu.

Pandora'nın KutusuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin