13

1K 114 69
                                    

ᝰ

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Taşıdığım poşetteki jelibon paketini elime aldığımda, eş zamanlı olarak derince bir nefes bıraktım havaya.

Küçük meyve şeklindeki jelibonları birer birer ağzıma atarken, anlam veremediğim bir şekilde ağlayacakmış gibi hissediyordum.

Akşam dokuz sularıydı, hava karanlıktı, ağustosun ortalarında olmamıza rağmen hafif bir serinlik söz konusuydu. Boş sokakta tek başıma eve doğru yürüyordum fakat gitmek istediğim yer ev değildi açıkçası.

Çünkü karşılaşma korkusu beni yiyip bitiriyordu.

Muhtemelen bu saatlerde gelirdi o da, bugün yarışmadan önceki son provasına gitmişti öğle saatlerinde.

Belki daha uzun da sürebilirdi tabii, bilemiyordum. Sadece tahmindi.

Kafam epey karışıktı, ihtimaller, seçenekler, ilişkiler, her şey çorbaya dönmüştü tam anlamıyla.

Biraz da endişeleniyordum sanırım.

Jaemin'i seviyordum evet, çok iyi biriydi. Fakat sevgimin ne boyutta olduğunu hiç sormamıştım kendime.

Sınırlandırmıştım benliğimi belki de.

Aşk hayatından yana pek şanslı olmamıştım, geçmişimdeki başroller beni hep figürana çevirmişti kendi hayatımda. Sevgi karşılıklı duyulan bir şey olmasına rağmen, hep ben vermiştim karşı tarafa, sevgiyi de, değeri de, ilgiyi de.

Kalp kırıklıklarının sonucunda uzaklaşmıştım tüm bunlardan, son iki yıldır kimseyle görüşmemiştim bile.

Tamamen derslerime odaklanmıştım, ancak yaz tatillerinde başımı kitaplardan kaldırıp rahat bir nefes alabiliyordum.

Ama Jaemin... Farklıydı.

Kibardı, cömertti, alçakgönülllüydü, eğlenceliydi. Hem bana sevgi de veriyordu, değer de, ilgi de.

Ve bunları yalnızca bana karşı yapmıyordu, hep böyleydi, herkese böyleydi.

İşte burada durup sorguluyordum kendimi, onu hak ediyor muyum diye... Çünkü ben hiçbir şey yapmamıştım şu zamana kadar. Hatta belli ki, üzüyordum bile onu. Kızların da dediği gibi, iyi arkadaş etiketini yapıştırmıştım bir kere. O da çekiniyordu artık benden, uzaklaşmıştı da zaten.

"Aptal Jisu." Kendi kendime mırıldanıp pakette kalan son jelibonu da ağzıma attıktan sonra, adımlarımı biraz daha hızlandırdım.

Geç oluyordu, sokaklar siyaha büründüğünde korkutucu yerlere dönüşüyorlardı.

En azından benim için.

Ve sessiz kaldırımları çalan telefonumun inlettiği sırada, ancak kendi apartmanımın olduğu sokağa girebilmiştim.

Yavaşça telefonumu cebimden çıkardığımda, ekranda gördüğüm isimle birlikte sertçe yutkundum.

Hayır, açmayacaktım.

Açamazdım.

Ne demem gerektiğini bilmiyordum, her ne söyleyecekse duymaya hazır olduğumu da düşünmüyordum.

Daha fazla beklemeden aramayı reddettim, ardından telefonumu tamamen kapatıp tekrar cebime koydum.

Kocaman bir iç çekerken, yürümeye devam ettim. Birkaç dakika içinde daireme ulaşacak, yatağıma uzanacak ve kendime gelene kadar içinden çıkmayacaktım. Planım aynen buydu.

Zaten hep böyle yapmıştım ya, hep kaçmıştım zora düştüğümde, kırılmıştım belki ama çok kalp de kırmıştım.

Korkuyordum tam da bu yüzden, bir kalp daha benim uğruma kırılmayı hak eder miydi ki?

Normal biriydim işte. Hiçbir artım yoktu bana göre. Jaemin'in yazdığı o satırları her okuduğumda sorgulamıştım, taşıyabilir miydim bunları?

Az sonra apartmanımın önüne ulaştığımda, bir an için duraksayıp nefesimi tuttum. Son birkaç günde mental olarak çok yorulmuştum, sanırım biraz ağır geliyordu.

Düşüncelerimi sineye çekip içeri girmek için köşeyi dönmemle, birine çarpmam, elimdeki alışveriş poşetinin düşmesi ve anlık olarak bağırmam kısa süreli bir olay dizisi oluşturmuştu.

Eh, şans yine benden yana değildi.

Acıyan başımı tutarak geri çekildiğimde, karşımda dikilen beden yüzünden daha da yerin dibine girdiğimi hissettim.

Biliyordum, ön görmüştüm bunun yaşanacağını. Nereye kadar kaçabilirdim orası da meçhuldü gerçi...

"Oh, Tanrım..." Elini kalbine götürerek konuştuğunda, ben de yere düşen poşeti alıyordum. En azından yırtılmamıştı.

Bir süre sessizlik oluştu, ürkütücü bir sessizlik.

Söylemek için çok şeyi olduğuna emindim, fakat ne o konuşmak istedi, ne de ben yanıtlamak...

"Neden koşuyorsun?" Pek bir güçsüz çıkan sesimle sorduğum soru üzerine, kaşlarını çattı hafifçe.

"Aramalara cevap vermediğin içindir belki Jisu." Derin bir nefes verdi açıklamasından sonra, ben ise öylece suratına bakmaya devam ettim. Kızgınlık mı yoksa kırgınlık mıydı yüzündeki ifade, anlamak zordu. "Beni korkuttun Peri Kızı."

Mırıldandığı son cümleye karşılık gözlerimi yumdum, işte bu tüm kilitlerime anahtar olmuştu. Gardımı söküp almıştı vücudumdan. Hatta öylesine huzurlu hissetmiştim ki, gülümsemiştim bile.

Peri Kızı... Ne güzel bir ithamdı.

İşte o anda fark ettim bana bakarken bakışlarının yumuşadığını, benimle konuşurken ses tınısının ninniye benzediğini, karşımda masum küçük bir çocuğa dönüştüğünü.

Garip geldi bana, bir insanı kalbine sığdıramayacak kadar sevmek.

Usulca kollarımı beline sarıp başımı göğsüne yaslamadan önce, titrek bir sesle mırıldandım. "Teşekkür ederim Jaemin."

Durdu. Şaşırdı. Eli saçımı okşamaya gitmeden önce bekledi bir süre. "Ne için?" diye sordu en sonunda, kulağıma doğru fısıldayarak.

"Var olduğun için."

🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺🥺

upper neighbor | jaelia ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin