Not: Hikayede şiddet ve +18 ögeler bulunacaktır!Tüm yaşanmışlıklara ve yaşanacaklara...
Barış Manço - Dönence
"Damnant quod non intelligunt.""Anlayamadıkları şeyi kınarlar."
•
Her şey birdenbire oldu.
Zümrüt Ayten Özsoy'un gri panjurlu o eve bir mayıs rüzgarı gibi girmesi, Akın Vahit Tamtürk'ün şok içerisinde kapıyı hızlıca kapatması ve masanın üzerinde yanan gaz lambasındaki titrek sarı ışığın ikisinin de utançtan, korkudan ve biraz da birbirlerine bu kadar yakın olmaktan kızarmış yüzünde dans etmesi... Hepsi anlık olarak gelişmişti.
İkisinin de anın yoğunluğuyla çektiği nefeslerle göğüsleri bir körük gibi inip kalkıyordu. Bakışları, başka bir diyarı keşfetmenin hazzına benzer mutluluk verici bir hisle birbirlerinin yüzlerini tavaf ediyordu. Dış kapının ardında, sokaktan geçen bekçinin tiz düdüğünü öttürdüğü duyulduğunda bile birbirlerinden ayrılmamıştı bakışları. Anın yoğunluğu öyle büyük bir yüktü ki ikisi de efsunlanmışçasına bakıyorlardı birbirlerinin gözlerinin içerisine.
Adamın teni gerçekten de zıt renklerle bir araya getirilmiş yapboz parçaları gibiydi. Teninde süt beyazı izler vardı. Ayten'in ilk fark ettiği buydu, diğer herkes gibi. Bir deri hastalığı olduğu belliydi. Veya yanmış mıydı? Bilemedi. Yüzünün neredeyse yarısını kaplayan gözleri ise iki büyük yeşilli karalı ormandı. Mahalleli ona Dilsiz Ajan diyordu. Üç numaraya vurulmuş kısacık saçları, insanı ürperten tekinsiz bakışları, sürekli çenesine kadar çektiği çürük çam yeşili parkası vardı. Yoldan geçerken hiç kimseye selam vermemesi, hiç kimseyle hiçbir şekilde konuşmaması, geceleri yaşanan sokağa çıkma yasaklarında evindeki tüm ışıklarını söndürüp adeta hayalete dönüşmesi o dönemde yaşayan Amerikan yanlısı birkaç emperyalistten biri olduğunu düşündürüyordu tüm mahalleye.
Ama Ayten'e göre o sıradan bir adamdı; sadece bu kalabalığın, dedikodunun ve kınayıcı bakışların ağırlığı altında yaşamaya çalışıyordu. Bu mahallelinin fikirlerine uyuşmadığı için onların tam da aradığı lokmaydı; bekar, emperyalist, sessiz ve tekinsiz.
"Özür dilerim evine böyle pat diye girdiğim için!" dedi adamın gözlerinden bakışlarını asla kaçırmayarak. Gecenin bu vaktinde, hem de böylesine saçma bir bahaneyle bu adamın kapısına gelmek ve yoldan geçen bekçilerden kaçmak uğuruna evine dalmak gerçekten acınası bir hareketti onun için. İçinden konu komşunun görmemiş olmasını diliyordu çünkü biliyordu, kimse anlamazdı. Kimse ne onu anlardı ne de bu adamı. Onların o kirli ağızlarında bir sakız olmak istediği en son şeydi.
Akın ise kaşları çatık bir şekilde kafasını hafifçe öne eğerek bakıyordu genç kadına. Yine konuşmuyordu, sadece dümdüz bakıyordu. Oysa ki Ayten onun dilsiz veya sağır olmadığını biliyordu, onu bir kez bakkalla konuşurken görmüştü. Sadece ekmek dese bile konuşabildiğini ve duyabildiğini biliyordu. Ayrıca onunla atlattığı ufak bir macerası vardı. Hatta iki macerası...
Usulca buraya gelmesinin sebebi ve şimdiden en büyük pişmanlığının bu kase olduğunu sezdiği, üzerine toz kaçmaması için ince mendil serdiği küçük kaseyi uzattı adama doğru. "Bizim buralarda adettir. Aşure tüm komşulara dağıtılır." Bakışlarını kaçırdı, utana sıkıla "Seni unutmuş olmalı kardeşlerim, getirmemişler. Bu vakitte geldiğim için kusuruma bakma," dedi ancak gerçekler hiç de öyle değildi ama adamın tüm bu gerçekleri bilmesine de gerek yoktu zaten.
Akın kendisine uzatılan aşure kasesine baktı ve ellerini yavaşça kaseye uzatarak aldı. Kasenin üzerindeki mendili hafifçe kaldırdığında içerisinde çeşit çeşit kuru yemişler bulunan tatlıyı görünce dudağının sol kenarı hafif bir tebessüme bulandı. Bu, sevilmediği, hor görüldüğü ve arkasından dedikoduların gırla yapıldığı mahallede birine karşı gösterdiği ilk olumlu tepkiydi.
Ayten adamın dudağının kenarında beliren o seyirmeyi fark etmişti ve anında bakışlarını kaçırdı. "Kaseyi geri almasam da olur, sizde kalabilir. Afiyet olsun. İyi akşamlar."
Hâlâ önünde durduğu dış kapının koluna uzandı ve kendine doğru çekti ancak Akın kaba bir kuvvetle sağ eliyle birdenbire evin dış kapısını yeniden iterek kapattı. Ayten iri iri olmuş gözlerle ve biraz da vahşi bir korkuyla yeniden ona doğru döndüğünde neredeyse titreyecekti. Adamın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu ve artık gitmesi gerekiyordu, evdeki yokluğu fark edilmemeliydi, bu felaketi olurdu.
Akın derin bir nefes aldı ancak elini hâlâ dik bir şekilde kapıya doğru tutmaya devam etti. Dudakları aralandı ama kelimeleri seçmek fazlasıyla zordu onun için. "Ben..." diyebildi en sonunda bariton bir sesle. "Teşekkür ederim. Çok... Çok teşekkür ederim, Ayten. Her şey için."
Her şey için.
Ayten'in duydukları karşısında kalbi adeta göğüs kafesini delmek istercesine şiddetle atmaya başlamıştı. Her şey için derken mutlaka o günden, onunla geçen akşam karşılaştığı günden bahsettiğine emindi.
"Ben..." diye konuşurken sesi karıncalandı, yutkundu. Boğazına takılan kendi nefesiydi, konuşmaya çalışsa da nafileydi.
Az önce yavaşça açtığı dış kapıyı bu defa vahşi bir hayvanın kafesini kırması gibi büyük bir güçle açtı ve kendisini dışarıya attı. Dilektaşı Mahallesi'nin herhangi bir gecesinde, Eylül rüzgârları saçlarını terden sırılsıklam olmuş esmer tenine yapıştırıp üşütürken ve aç sokak köpekleri gecenin sessizliğinde onun yerine haykırırken o, sadece hızlı adımlarla evine gidiyordu.
Ve o gece Akın Vahit Tamtürk'e bıraktığının sadece bir aşure olmadığını da çok iyi biliyordu. Ona aynı zamanda kalbini de vermişti, biliyordu.
***
(30.03.2021)
*Gerçek bir hayat hikayesinden
esinlenilmiştir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI GÜLLER ÇABUK SOLAR
Teen Fiction"Ve unutma Zümrüt; tüm çiçekler yavaş yavaş, kırmızı güller çabuk solar." *** 1980 yılının Mayıs ayında, Dilektaşı Mahallesi'ndeki aylardır boş olan daireye genç bir adam taşındı. Tek başınaydı, bir karısı veya çocukları yoktu. Kimseyle konuşmazdı...