Evdeki Saat-Sarmaşık***
***
Avuç içlerim terliyordu. Ellerimi yumruk yapıp hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Ablam yanımda olsa "Kız gibi yürü, ne o öyle dövecek gibi yürüyorsun apır sapır." derdi eminim. Adımlarımı yavaşlatmaya çalıştım fakat sanki vücuduma söz geçiremiyordum. Kalbimden vücuduma bir elektrik dalgası yayılıyordu. Bu neydi Yarabbi? İçimde sancılanan bu kalp, gerçekten bana mı aitti? Bu kalbimi hazırlıksız Nisan yağmurları gibi döven ritmik hareketlerin sebebi neydi?
Gülin bugün çok güzel olduğumu söylemişti. Babam evden gider gitmez duş alıp, saçlarımı yarım yamalak fön çekerek kurutmuş, dudaklarıma hafif bir kırmızılık vermesi için acı biber sürmüş, ablamın eski mavi farını hafifçe göz kapaklarıma değdirmiştim. İspanyol paça kahverengi pantolonum ve üzerimdeki krem rengi kazağım da ablamındı. Güzel görünüyor olduğuma emindim, Gülin de bunu teyit etmişti.
Zehra'ya her şeyi anlatmıştım. İlk önce inanamamış, sonra beni vazgeçirmeye çalışmış ardından da kendi aşkını düşünmüş olmalı ki sustu, karışmadı bana. Yüzüme bakıp kafasını yana eğerek "Delisin." demişti bana. "Kafayı yemişsin ama bunun çaresi yok."
Belki de haklıydı. Kafayı yemiştim onunla görüşmeyi kabul ederek. Ama merak ediyordum. Onunla konuşmak istiyordum. Onu tanımak, bir bağ kurmak istiyordum. Bu, hayatımda ilk defa yaşadığım bir duyguydu ve tarifi yoktu. Aşk değildi, aşk olduğuna inanmıyordum. Ben Akın'ı gizemleri ve sakladıkları yüzünden merak ediyordum.
Göğüs kafesimi kırıp geçecekmişçesine şiddetle atan kalbime rağmen vücudumdaki titremeyi bastırmayı başarabiliyordum. Gülin'i okula bırakır bırakmaz hızlı adımlarla yürüyerek gelmiştim aşıklar tepesine. Hava, sonbahara göre oldukça sıcaktı. Ilık ılık esen bir meltem vardı denizden doğru. Deniz havasını solumak beni biraz olsun rahatlattı. Boğazdan geçen gemilerin düdüklerini duyduğumda birkaç tanesine bakmak için elimi alnımda siper ettim. İçimden onlara el sallamak geçti, beni görmediklerini bildiğim halde. İçimdeki bu saçma sevince anlam veremedim.
Aşıklar tepesinde birkaç çift vardı fakat görünürde o yoktu. Boş banklardan koca bir çınarın altında olana oturduktan hemen sonra bileğimdeki ince kordonlu saatime baktım. Dokuza beş dakika vardı. Çok fazla kalamazdım. Annem yokluğumu fark ederse ve bu babamın kulağına giderse hiç iyi şeyler olmazdı. Bazen gerçeklikten uzak, sadece hayallerde yaşam kurmayı ne çok istiyordum. Orada kimse karışmazdı, kimse elini süremez, dağıtamazdı.
Akın dokuzu on geçe gelmişti. Üzerinde ince, kına yeşili bir kazak, altında ise siyah kumaş bir pantolonu vardı. Onu gördüğümde kalbimin ritmi daha da hızlanmış, nefes alışlarımın kontrolünü yitirmiştim. Ayağa kalkıp beklerken dizlerime güvenememiş, bankın kenarına tutunmuştum. Bir an tökezlediğimi sandı ve hızlıca koştu yanıma. Banka tutunan elime uzandı. Oysa ben karşısında dimdik duruyordum, bunu fark ettiği halde elimi bırakmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI GÜLLER ÇABUK SOLAR
Teen Fiction"Ve unutma Zümrüt; tüm çiçekler yavaş yavaş, kırmızı güller çabuk solar." *** 1980 yılının Mayıs ayında, Dilektaşı Mahallesi'ndeki aylardır boş olan daireye genç bir adam taşındı. Tek başınaydı, bir karısı veya çocukları yoktu. Kimseyle konuşmazdı...