Gözlerimi güçlükle araladığım da her yerimin ağrıdığını hissettim. Ters hareket yapmamak icin özenle yattigim yerde dogruldum ve yatağın yan tarafının henüz soğumamış örtüsünde göz gezdirdim.
Calum'un yattığı yerde bedeninin izi kalmıştı. Aynı seviştikten sonra ruhumda kalan dokunuşlarının izleri gibi.
Sıkıntıyla iç geçirdim ve bacaklarımı yüksek yataktan sarkıttım. Saten çarşaf çıplak bedenimden süzüldüğünde kendimi ürpermekten alamamıştım. Soğuktan diken diken olmuş kollarımı, buz tutmuş ellerimle sıkıca kavradım ve ileri geri hareket ettirdim. Bakışlarım içeriye süzülen sabah güneşinin huzur verici parıltılarıyla buluştu.
Güneş olmasına rağmen fazlasıyla üşüyordum. Bu artık bedenimin kontrolünden çıkmış, ruhumun ısısına bağlı olmuştu. Ve ruhumun ısısı, uçurumdan düşen küçük bir taş parçası gibi hızla düşüyordu. İçimi ısıtacak tek şey ise Calum'un sıcak dokunuşlarının varlığıydı.
Üstüme bir şey almak için ahşap dolabımın kapağını hareket ettirdiğimde çıkan iç gıcıklayıcı ses, mutfaktan gelen bir tangırtıyla bütünleşip kulağıma uyumsuz melodiler gönderdi. Bir anlığına olduğum yerde kıpırdamadan sesin kaynağını duymaya çalıştım. Ancak başka ses gelmeyince hızla üstüme rahat birkaç parça şey geçirdim ve sesin kaynağını bulmaya gittim.
Sürekli yalnız yaşayan bir kız için evin içinden gelen esrarengiz sesler her zaman korkutucu bir hayalle bütünleşirdi. Aklımda bindir komplo kurdum. Calum gittiğine göre -ki her zaman giderdi- evde bir başımaydım. Sertçe yutkundum ve uzun koridorun koyu yeşil duvarlarında asılı olan çeşitli tablolara parmaklarımı sürttüm. Parmaklarım, her tablonun hikayesini içimde hissetmeme neden olurken gözlerim de bu amaca yardımcı oluyordu. Kırmızı ve siyahın farklı yönlerden gelip büyük bir renk patlaması oluşturan tablo, her zaman benim favorimdi. Ne zaman gerilsem yada herhangi bir şeyden ürksem parmaklarım bu tabloları bulurdu. Bir insanın verdiği sıcaklığı onlarda hissedemiyordum ancak bana nedensizce güven hissi veriyorlardı.
Dolanbaçlı parmaklarım sert çerçeverlerin kaygan yüzünden süzülerek baldırımın yanındaki yerini aldı. Titrek nefeslerim ve hızlı kalp atışlarım artmıştı. Vücudum yavaşça içinde biriktirdiği anderanili gün yüzüne çıkarıyordu. Merak ve endişe dolu bedenim gerilmişti. Yaşadığım muhit sabahları bile çeşitli tehlikelerle dolu, hareketli bir yerdi. Endişem, bu gerçek aklıma bir tokat gibi çarptığında daha da çok artmıştı.
Çıplak ayaklarım zeminin soğuk yüzünde ince sesler çıkarırken, mutfaktan gelen baskın bitki çayı kokusunu hazla içime çektim. Limon, nane, ıhlamur ve anoson kokuları birbirlerine karışmış, tüm evi bir bitki bahçesine çevirmişçesine kaplamıştı. Tüm endişem bir balon gibi uçup gitmiş, yerini hazza bırakmıştı. Şu hayatta beni rahatlattan iki şey varsa birisi kesinlikle bitki çayıydı.
Güzel kokuların verdiği uyuşukluğu bedenimden atarak silkelendim. Dün bitki çayı yaptığımı hatırlamıyordum ve kokusunun bu kadar baskın olması beni şaşırtmıştı. İki gün önceki çay kokusunun çoktan uçup gitmiş olduğu keskin bir gerçekti. Evimde bitki çayı seven bir sapığın dolanması ne kadar olanaklıydı?
Suratımdaki şaşkın bir ifadeyle mutfak kapısının pervazından içeriye baktım. Tüm düşünceleri garantisi bitmiş bir elektrik süpürgesi süpürmüş gibi yarım yamalak kalmıştı.
"Calum?"
Gördüğüm manzara bedenimi ani bir mutlulukla uyarırken üzerimdeki şaşkınlığı henüz atamamıştım. En son beklediğim şey mutfağımda yarı çıplak, dağınık saçlı ve son derece seksi gözüken Calum'un bitki çayı pişirmesiydi. Ve üstelik masanın üstünde porselen, gösterişli işlemelerle süslenmiş bir tabağın içinde birkaç farklı kurabiye duruyordu. Gülüşümü saklamak için alt dudağımı dişledim.