Şuana kadar yaşadığım her şey film şeridini andırarak gözlerimin önünden geçerken sıkıntıyla iç çektim. Islak gözlerimi canımı yakacak şekilde yumdum ve düşündüm.
Hayatım ellerimin arasından kayıp gidiyordu ve ben sadece olayları izlemekle yetiniyordum. Saf acı tüm bedenimi ele geçirmişti adeta, kıpırdayamıyordum, kıpırdadığım da ise tüm cam parçacıkları aynı anda vücuduma saplanıp beni öldürüyordu.
Soğuk ellerimle gözlerimi ovuşturdum ve çıplak bedenimi saran çarşafı üzerimden ittirdim. Bedenimi hızla terk eden beyaz çarşaf tüylerimin ürpermesine neden oldu. Ayaklarımı yüksek yataktan sarkıtıp soğuk zeminle buluşturdum ve ardından yerdeki sütyenime uzandım.
Ağrıyan belimi doğrulttuğum da Calum'un esmer, kaslı ve son derece pürüzsüz sırtı nefes almamı zorlaştırdı. Boğazımda takılan yumruyu yuttum ve tişörtünü giymesini izledim. Tişörtü başından geçirirken sırt kasları belirginleşmiş, saçları aşağı doğru kıvrılmıştı. Tişört niyahet vücuduyla bütülneştiğinde esmer tenine siyahın ne kadar yakıştığını bir kez daha anladım.
Dönüp bana baktığında suratındaki boş bakışlarıyla beni süzdü.
"Giyinsene, ne diye beni süzüyorsun?"
Sert ifadesi ürkmemi sağlarken, kaba tavrı bir kedi gibi olduğum yere sinmeme neden oldu.
"Ben sadece bak-"
"Her neyse Jefflyn, uzatma işte."
Calum her zaman yaptığı gibi kalbimi sayısız parçalara bölerken sessiz kaldım. Bir şey demek bu konuşmanın bir kavganın eşiğine gelmesine neden olurdu.
Bazen kelimlerin can acıttığını unutuyordu ve bu ruhumdaki karanlığın tüm bedenimi sarmasına neden oluyordu. Son derece depresif olan hayatıma kısa süreliğine renk katıp, sonra tekrar siyaha boyuyordu. Kalbimi bu kadar kırmasına rağmen ondan vazgeçemiyordum. Ondan nefret etmek ve hayatından defolup gitmek istiyordum ama bilirsiniz, kalbinize söz geçirmek, bir çitadan daha hızlı koşabileceğinizi düşünmeniz gibi bir şeydir.
Kenarda paçavra gibi duran pantolonumu da giydikten sonra"azöncedüzüştüm" diye bağıran görüntüme baktım. Saçlarımı yatıştırmaya çalışırken bir yandan da yanaklarıma kadar bulaşmış olan rujumu siliyordum. Akmış maskaramı parmağımın kenarıyla sildim ve son görüntüme baktım. Kısa süreli zevkler uğruna bu kadar hırpalanmayı hak ediyor muydum? Kesinlikle hayır. Ama eğer Calum bana dokunacaksa her ne olursa olsun beni hırpalamasına göz yumabilirdim.
Calum Hood bir Tanrıydı ve tenimde dokunduğu her yer artık kutsaldı. Onun dokunuşu olmadan nefes alamazdım, lakin bana nefes verirken bir yandan da beni sakat bırakıyordu. Çektirdiği acılar, yaşattığı sevinçlerden fazlaydı.
"Giyindiysen gidebilirsin." Calum'un sert ses tonu düşüncelerimle vedalaşmamı gerektirdi.
Korkmuş bir kedi olmayı bırakıp göğüsümü dikleştirdim. "Bu karanlıkta beni evime bırakacağını düşünmüştüm."
Suratına küçümser bir bakış takınarak yanıma yaklaştı ve bedenlerimizi birleştirdi.
"Ben seni ne zaman evine bıraktım, Jefflyn?"
"Hiçbir zaman, Calum."
"Öyleyse şimdi neden bırakayım?"
Derin bir nefes aldım ve sinirlenmemek için tırnaklarımı avucuma geçirdim. "Evet, haklısın boşver gitsin."
Bir şey demesi için bekledim ama bana çoktan arkasını dönüp telefondaki bildirimlerine cevap vermeye başlamıştı bile. Uyuşuk adımlarla odadan çıkıp salondaki kapıya yöneldim. Gelip beni geçirme zahmetinde bile bulunmamıştı. İlk başlarda bu kabalığı gururumu yerlebir etsede zamanla buna alışmış ve gururumu göz ardı etmiştim.
İçimdeki kasvet beni yiyip bitiriyordu. Bu kadar acıyı aynı anda yaşamak gerçekten zordu. Ölüyordum ve sevdiğim adam hiçbir şey yapmayıp aksine benim katilim oluyordu.
Kapıyı usulca çekip çıktım ve titrek ellerimle dağılmış saçlarımı kulağımın arkasına ittim. Evim çok uzak değildi o yüzden yürüyecektim. Ağır apartman kapsını zorlukla açıp, dışarıya adım attım. Merdivenleri hızla inip hırkamı iyice kavradım ve eve doğru yol aldım.
Havanın soğuk oluşu bedenimi uyuşturmuş, beni rahatlatmıştı. Ancak bu rahatlama geçiciydi, aynı hayatımdaki diğer şeyler gibi; zevklerim, mutluluğum ve nacizane yaşamım, aklınıza gelebilecek her şey geçiciydi. Geçmeyen tek şey ise acıydı.
Kısa yüryüşün ardından minik evime varmıştım. Anahtarları komidine bırakıp ışıkları açtım. Salonu boş gözlerle süzdükten sonra çantamı kanepenin üzerine fırlattım ve kendimi zorla banyoya sürükledim. İyi bir duş günün yorgunluğunu alacak tek şeydi.
Üzerime düşen uyuşukluğa karşın banyoyu gül kokularıyla donatıp, mumlarla etrafa rahatlatıcı bir hava verdim ve elbiselerim teker teker üstümden kayıp zeminin soğuk yüzüyle buluşmasını izledim. Yorgundum ve duş alıp uyumak istiyordum.
Ağırlaşmış vücudumu ılık suyun iyileştirici kollarına yavaşça bıraktım. Burnuma gelen gül kokusu burukça gülümsememe neden oldu. Kaslarım, ılık suyun etkisiyle gevşerken gözlerimi yumdum ve kendimi suyun dibine ittirip sessiz çığlıklarımı serbest bıraktım.
Okyanus gibi hissediyordum.
Sallantılı, boğuk ve derin.
Hai
Yeni bir hikaye
YAAAAAS!
Pek iyi bir bölüm değildi ha? Aslında daha iyi başlamak isterdim ama bunu diğer bölümlere saklamayı tercih ettim, sanırım.
Bölümü yeniden düzenlediğim için bir sürü bildirimle karşılaşmış olabilirsiniz, kusura bakmayııın.
XXXXXX