Kemikli parmaklarıyla sıcak bedenimi sıkıca çevrelediğinde bir kez daha inledim. Sanki ateşim çıkmış gibi hissediyordum. Bacaklarımı beline sardım ve kollarımı boynuna sıkıca doladım. Kan akışım hızlanırken, adrenalin tüm bedenimi ele geçirdi ve etli dudakları ince uzun gerdanımla buluştu. Saçlarımı yüzümden çekip, sırtımdan aşağı kahverengi tutamların dökülmesini sağladım ve gözlerimi dudaklarına çevirdim. Dudakları, dalından henüz koparılmış bir vişneyi andırır kırmızılıkta parıldıyordu.
Ağırlığımın vermiş olduğu yorgunlukla hırıltılı bir ses çıkardı ve beni kollarında zıplatarak daha yukarı aldı. Suratına kaçamak bir bakış attığımda içinde duyduğu haz, bakışlarına da yansımıştı. Yatağa doğru yalpalayarak ilerlerken dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. Beni nazikçe yatağa bıraktığında çıplak sırtıma değen serin ve bir o kadar da yumuşak olan kumaş, rahatlamamı sağladı.
Bir çırpıda üstünü çıkarıp yanımda belirdi. Pürüzsüz göğüsü midemin kasılmasına neden olurken kahverenginin en koyu tonuna bürünmüş gözleri, bir yakutu andırırcasına şehvetle ışıldıyordu. Yavaş hareketlerle kollarımı okşayıp yüz hizama gelinceye kadar ilerledi. Dokunduğu her yer yanarken içimi büyük bir kıpırtı kaplamıştı ve eski benliğimi unutmuşçasına mutlu hissediyordum. Gözlerini, gözlerime dikti ve sanki zaman durdu. Dünya da artık sadece ikimiz vardık, tüm yaşam faaliyetleri durmuş, nehirler kurumuştu. Doğa tüm işlevini bırakmış tüm tutkusuyla bizi seyrediyordu.
Dudaklarımızı sertçe birleştirdiğinde gözlerimi istemsizce kapadım ve o an tüm renklerin birbirne karıştığını gördüm. Mavi, yeşil, kırmızı, mor, pembe, sarı ve beyaz...Hepsi birbirine karışmış ve bir renk cümbüşü yaratmıştı. Çiçekler artık bizim için açıyor, güneş bizim için parlıyor ve kuşlar bizim için şakıyordu.
"Calum," sesim daha çok bir fısıltı gibi çıktmıştı. Dudaklarımızı ayırdı ve gözlerini benimkilere kenetledi.
"Hmm?" Sadece ona baktım.
"Seni," gözlerimi sıkıca yumdum ve konuşmak için yeterli cesareti kendimde aradım.
"Seni hissediyorum Calum."
Gözlerimi açtığımda her zaman baktığı gibi boş bakışlarıyla beni süzüyordu. Büyük ihtimalle ne kastettiğimi anlamamıştı. Anlamasını da beklemiyordum zaten.
Benim için seni seviyorum demenin hiçbir anlamı yoktu. Sevmek, sıradan insanlar tarafından basitleştirilmiş ve anlamı yitirilmişti. Ancak hissetmek asla basitleşemezdi. Birini içinizde hissetmek, farklı iki ruhun tek bir bedende birleşmesine benziyordu. Tüm düşüncelerin, hareketlerin ve duyguların hissedilmesi, sevmekten daha zordu. Ve ben Calum'u ruhunun tüm çıplaklığıyla hissediyordum.
Birbirimize karşı anlamsız bakışlarımız hala sürerken beklemediğim bir anda dudaklarıma yeniden hayat verdi. Daha sonra şişmiş dudaklarıyla çeneme, yanağıma ve gerdanıma küçük birer öpücük kondurdu. Bu öpücükler, büyülüydü.
Sıcak elleri bel kıvrımıma ulaştığında bir yay gibi gerildim. Parmakları göğüsümün altına geldiğinde işlevini durdurdu ve bana baktı. Hazır olup olmadığımı konrtol ediyordu ve emin olduğunda tişörtümü başımdan sıyırdı, sütyenimin kopçasını zorlukla açtı ve göğüslerimi serbest bıraktı. Dudakları büyük bir hazla beni emerken ellerimle çarşafı çekiştirdim. Dudağım neredeyse dişlenmekten kanayacaktı. Derin nefesler alıp nabzımı düşürmeye çalıştım ama bu imkansız gibi gözüküyordu.
Calum bana ne zaman dokunsa başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor, kalbim uçuşa geçiyordu. Daha önce kimsede hissetmediğim bu inanılmaz hisleri onda hissetmeyi seviyordum. Bu sanki yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu.
Yastığımın yumuşak yüzüyle buluşmuş olan başımı zorla kaldırıp Calum'u altıma aldım. Saçlarımı sol omzumda toplayıp bedenimi dar pantolonundaki belirgin şişliğe sürttüm. Başını geriye doğru atıp boğukça inlerken uzanıp yanağına küçük bir öpücük kondurdum ve onu rahatlatmayı denedim. Vücudumu kaplayan yakıcı haz, tüm işlevlerimi kaybetmeme neden oluyordu. Ona dokunmak beni göklere çıkartıyor ve gökkuşağının içindeymişim gibi hissettiriyordu.
Umutsuz ruhumdaki dipsiz karanlığın beni içine hapsetmeği tek yer, Calum'un yanıydı. O olmadığı sürece hiçlik denizinde boğulmaya mahkum bir kızdım. Hayatın kötüye kullandığı, yenilgiyi kabul etmiş, yorgun bir savaşçıydım. Ve her seferinde mağlup olduğumu, bana unutturan onun dokunuşlarıydı. Calum'un dokunduğu her yer -ki buna kalbim de dahil- yeniden hayat bulup, yeni yeni filizlenmeye başlamış bir çiçek gibi hissettiriyordu. Nacizane yaşamımı onun varlığına borçluydum. Ve ben bu borcu tüm benliğimi ona adayarak, benim Tanrım olmasına izin vererek ödüyordum.
-
Calum'un ağzından
Rüzgarın şiddetiyle çarpışan pencerelerin sesi tüm eve yayıldığında küçük bir küfür dudaklarımdan döküldü. Birkaç saniye kıpırdamadan yatıp görüşümün düzelmesini bekledim. Bakışlarımı göğüsüme indirdiğimde Jefflyn'ın minik bedeniyle karşılaştım. O kadar çelimsiz ve ufaktı ki neredeyse kollarımın arasında uyuduğunu unutmuştum. Omuzlarından dökülen küllü kahve saçları dağılmış, göğüsüyle aynı hizada duran kıvırdığı küçük eli buz gibi olmuştu. Ellerimle, onu ürkütmemeye çalışarak yanağında henüz kurumuş olan gözyaşlarını sildim. Ne zaman onunla birlikte bir sabaha uyansam, yanakları gözyaşı dökmekten ıslak olurdu. Nedenini ona hiç sormadım, merak ediyordum tabii ama öğrenmek için can attığım da söylenemezdi.
Onu uyandırmadan usulca sol kolumu bedeninin altından çektim ve yataktan kalkıp eve göre oldukça büyük olan pencereleri kapattım. Neredeyse sabah olmuştu ve pencerenin kenarındaki çiçeklerle dans eden arıların vızıltısı kulağıma melodik sesler gönderiyordu. Odadaki tüm pencerelerde her biri farklı olan saksı çiçekleri vardı. Bazısı mavi-mor, bazısı açık pembe bazısı ise yeşildi. Penceredekiler hariç evin çoğu yerinde güneş istemeyen yeşil bitkiler bulunuyordu. Bu, eve egzotik bir hava katarken aynı zamanda insanı rahatlatıyordu.
Çıplak ayaklarımı zeminin soğuk yüzünde sürterek ilerledim. Yatak odasının krem rengi duvarlarından birinde kime ait olduğunu yada neye benzediğini bilmediğim değişik bir tablo vardı. Yüz yada herhangi bir beden yoktu, bu daha çok şekilsiz bir silueti andırıyordu. Birbiriyle alakasız renkler kullanılarak büyük bir renk cümbüşü yaratılmıştı ancak bu sadece fazlasıyla gözlerimin yorulmasına neden oldu.
Birkaç adım daha atıp odadaki konumumu değiştirdim. Ahşap dolabının arasından dökülen elbiselere baktım. Siyah, dantellerle süslenmiş olan bir elbise, krem rengi ipekten yapılmış şık bir ceket ve yalnızca kenarı gözüken salaş bir tişört vardı. Daha da merak edip dolabı sonuna kadar açtım. Askılıklarda birçok elbise vardı. Kimisi nazik ve dantelli, kimisi düz ve siyah. Tarzını garip bir şekilde beğenmiştim.
Normalde hiç kimsenin ne giydikleriyle ne de zevkleriyle bu kadar ilgilenmemişimdir ancak Jefflyn'ı delicesine merak ediyordum. Beni bu kadar sevebilecek kadar cesur, her söylediğim sözün önünde dimdik duracak kadar asil ve bu depresif haliyle bile hayattan hala zevk almak için çabalayacak kadar güçlü nasıl olunabilir merak ediyordum.
Biran ikimizi de gözümün önüne getirdim. Tarzımız, zevklerimiz yada kişiliğimiz hiçbir yönden bağdaşmıyordu. Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki; İkimizde ayrı telden çalıyorduk. Ama hernekadar bunu söylemekten çekinsemde aramızda farklı bir şey vardı. İsmini bilmiyorum. Onu istiyor muyum onu da bilmiyorum. Birinin beni vücudum yada param için sevmemesi gururumu okşuyordu, sanırım.
Sikeyim, bilmiyorum. Her şey çok bulanık ve ben görmekte zorlanıyorum. Kötü biri olarak görülmek yada hissiz olduğumu söylemeri beni gerçekten böyle bir insana çevirmişti belki de.
Sikeyim. Sikeyim ve tekrardan sikeyim.
Mrb
Bu bölüm Jefflyn'in ve Calum'un kisisel ozelliklerini ve karakterlerini ele alan bir bolumdu diyebilirim.
Pek hareketli bir bölüm olmadı üzgünüm.
Umarim sevmissinizdir, yorum ve oylar birazcik artsa cok guzel olur ihihih
Yeniden düzenledim bölümü
Xxxxxx