Yağmur, damlalarını pencereme sertçe savururken yattığım yerde rahatsızca kıpırdandım. Her yerim ağrıyordu ve yataktan çıkmak adeta bir işkence gibi geliyordu. Yaşanmışlıkların verdiği yorgunlukla iyice zayıf düşmüştüm. Hiçbir şey yapmak istemiyordum ancak belli sorumluluklarım vardı. Söylenerek baş ucumda duran telefonuma uzanıp saatte baktım. Her hafta sonu evimi geçindirmek için işe gidiyordum ve ne yazık ki bugün yağmurlu bir Pazar sabahıydı.
Yorganı ayaklarımla ittirdim ve yattığım yerde doğruldum. Esnedikten sonra güzel kıçımı nihayet yataktan kaldırmaya zahmet etmiştim. Karışmış saçlarımı düzeltmeye zahmet etmeden paytak adımlarla banyoya gittim. Aynanın karşısına geçtim, ellerimi lavabonun kenarına dayadım ve bir kez daha çarpık dişlerime, hala geçmemiş olan sivilcelerime ve kabarık saçlarıma baktım. Kendimi eğer tüm bu kusurlarım olmasıydı Calum'un beni aynı kusursuz sevgilisi Emily gibi sevip sevmeyeceğini merak etmekten alamadım. Benimle sevişiyordu ama başka bir sevgilisi vardı. Bu hernekadar gururumu kırsada bana dokunması ihtiyacım olan tek şeydi. Ve ben bu ihtiyacımı ancak böyle karşılayabiliyordum.
Banyodaki işlerimi bitirdiğimde kahvaltı yapmadan üstüme birkaç parça şey giydim. Holdeki aynada kontrol ettim ve demir kapıyı çekip çıktım. Apartmana ayak bastığım andan itibaren burnumu yakıcı boya kokusu doldurdu. Üst kata yeni taşınan üniversiteli birkaç öğrenci evlerini dekore etmeye başlamıştı anlaşılan. Suratımı kokunun verdiği hoşnutsuzlukla buruştururken apartman kapısını çekip koşar adımlarla kendimi dışarıya attım. Hafif yalpaladıktan sonra toparlandım ve üstümü düzelttim. Yan komşum Bay Eric'le -nam-ı diğer bayseksdüşkünü- göz göze geldikten sonra postallarımı kıpırdatıp yağmurun verdiği ıslaklıkla çamur olmuş sokakta yürümeye başladım.
Kısa sayılacak bir yürüyüşün ardından, nihayet otobüs durağına varmıştım. Havanın getirdiği ürperme ile hırkama iyice sarılıp henüz gelmiş olan otobüse bindim.
Ömrümden bir saat çalan süper sıkıcı yolculuğun sonunda çalıştığım yere varmıştım. Queens'in işlek caddelerinin arasındaki sakin sokaklardan birinde, küçük bir kitapçıda çalışıyordum. Yaklaşık beş aydır orada kitapları düzenliyor, müşterilere bakıyor ve bazen de kasada duruyordum. Fazla gelirli bir iş sayılmazdı ama idare ediyordum. Ayrıca oradaki kitapları okuyup kendimce yorumlamak en sevdiğim şeylerden biriydi. Sanırım bu hayattaki en büyük kurtarıcım ve tutkum kitaplardı. Farklı insanların farklı görüşlerini okumak beni mutlu ederken aynı zamanda da hayata karşı olan bakış açımı değiştirip daha iyi olmamı sağlıyordu.
Pembe ve kırmızı renklerinin hakim olduğu ve üst kısmında Queens Yerel Kitap Evi yazan küçük dükkanla bakışmayı bırakıp içeri girdim. Kapıyı açmamla kapının üstündeki çanın çalması, çalışanların bana bakmasına neden oldu. Christoper ve Cassandra kitapları türlerine göre ayırırken, Andrew ise kasadaki paralarla uğraşmaktaydı.
Andrew pis bakışlarını hoşnutsuzlukla üzerimde gezdirirken rahatsızca olduğum yerde kıpırdandım "Günaydın Jefflyn, gelmeyeceksin sandım. Bayan Wilson'ı birkez daha sinirlendirmek istemeyiz ha?"
Cümlesini bitirmesiyle kulaklarımım iğrenç sayılabilecek bir gülüşle tırmalanması bir oldu. Suratımı ekşittim ve zorla dudaklarımı araladım.
"Bir daha olmaz. "
Uzatmak istemedim ve hızla albümlerin arasından sıyrılıp kasanın arkasında asılı duran yaka kartımı aldım.
-
Neredeyse akşam olmuştu ve bir saate işten çıkacağıma seviniyordum. Kitapları birkaç kez depodan çıkartıp raflara dizmek beni oldukça yormuştu. Buna kronik boyun ağrımın verdiği acıyı da katarsak cidden zor bir gündü. Bugünün tek karı ise düşünmekten uzak kaldığım birgün olmuştu.