3 | Kabusun En Güzel Yanı

106 12 4
                                    

Mezmer - flora cash

Zindanın soğuk duvarına sırtımı yaslamış, karşımda duran boşluğu izliyordum. Ocak ayının soğuğu duvarları delip geçiyor, dışarıda tipi vardı, rüzgarın uğultusu camlardan ürkütücü sesler çıkmasına sebep oluyordu. Sadece rüzgar olduğunu biliyordum ama o ürperti içimde yepyeni korkuları doğuruyordu.

Gözlerimden yanaklarıma süzülen birkaç damla yaşı elimle sildim, saatlerdir burada tek başıma oturuyordum, koca zindanda benden ve başımda bekleyen muhafızdan başka kimsenin olduğunu sanmıyordum, zaten muhafız yarım saat kadar önce uyuya kaldığı için, nefes alışverişlerimizden başka hiçbir çıt çıkmıyordu, hayır, bir de rüzgarın ürkütücü sesi dışında hiçbir çıt çıkmıyordu.

Kollarımı bedenime sarıp biraz olsun ısınmaya çalıştım, burada hipotermi geçirmemi mi bekliyorlardı? Muhafızdan ısınmam için birkaç parça bir şey istediğimde bana siktirip gitmemi söylemişti. İzin vermiyordu ki gitseydim?

Başımı iki yana sallarken, kendime çekmiş olduğum dizlerime yasladım onu.

Ne oluyordu?

Biri bana bir açıklama yapmalıydı, birisi karşıma geçip olan biteni bana tane tane anlatmalıydı. Yoksa yiyecektim kafayı burada, bir başıma.

Zaten hep böyle olmaz mıydı? Deli diye atfettiklerimiz aslında bizim yalnızlığa mahkum edip sonra da çareyi kendine sarmakta bulmuş olan o insanlara yaptığımız bu muameleden doğmaz mıydı? İnsan ondan delirmez miydi, yalnızlıktan, sevgisizlikten.

Bilmiyordum, ben hiçbir şeyi bilmiyordum.

Dün, artık dün olduğunu biliyordum sahi. Artık burada bir günümüzün geçtiğini biliyordum. Fred'in ya da George'un bir şakayı bu kadar uzatmayacağından ve içimde konuşan o sesin doğruları söylediğinin farkındaydım. Dün, Draco havaya yükselmiş, sonra da karşısına çıkan, onun karşısında ona karşı duran herkesi yakıp kül ederek geçip gitmişti buradan.

Beni gerisinde bırakmıştı, bir kez bile geriye dönüp bakmamıştı.

Neden baksındı ki, neden dönsündü? Kimdim ki ben, o kimdi ya da? Tanımıyorduk bile birbirimizi, adının Draco olduğunu bile bilmiyordum aslında. Kendini kurtarmayı seçmişti.

Peki son Lord, büyücülerin en erdemlisi miydi gerçekten? Herkesi, karşısına çıkan, ona zarar veren herkesten kurtulabilme gücüne sahipti, oysa ben asam ve kitaplarım olmadan bir hiçtim burada şimdi.

Yine de yol arkadaşını bırakmayı seçmişti. Alınmıyordum, benim için canını tehlikeye atmasını da beklemiyordum.

Sadece dün onu öyle gördüğümde onun Lord olduğuna emin olmuştum, bir şekilde emindim. Şimdiyse aklımda soru işaretleri cirit atıyordu.

Draco'nun yarattığı izdihamın ardından beni fark etmişti Uther Pendragon. Muhafızlarına verdiği emirin ardından zindanın bir köşesinde Hogwarts cübbeme sarılmış ısınmaya çalışırken bulmuştum kendimi ayrıca karnım açtı ve bana yalnızca bir dilim kuru ekmek ve bir tas su vermişlerdi. Bir insana değil de sokaktaki bir hayvana yemek verir gibiydi halleri. Bana temas etmek istemiyorlardı sanki, cüzzamlıymışım gibi.

Ben de burada öylece duruyordum işte, bu gerçekliği kafamda oturtmaya çalışıyordum.

Hâlâ inanmıyordum. İnanmak bu kadar kolay olmamalıydı, nasıl inanabilirdim ki zaten, böyle bir şey olasılıklar dâhilinde miydi? Bunun için bir zaman döndürücüyü kaç kez çevireceğimizi hayal etmeye çalışıyordum, imkansızdı. Yüzlerce yıl geriye gitmek imkansızdı, ki bir zaman döndürücüye sahip bile değildik.

Dragon Lord | Dramione Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin