The Dragonborn Comes- Malukah
Hayatta en çok korktuğum şeyler her zaman başıma gelen ilk şeyler olmuşlardı, koşmaya korksam, ecelim peşime düşer beni kovalardı. Karanlıktan korksam, güneş batar, geceyi zifire boyardı. Bir şeylerden korkmaktan vazgeçtiğimdeyse geri dönüşü olmayacak bir biçimde en derin korkularımın içinde bulmuştum kendimi, yıkık dökük, tenha bir binada, fısıltıyla, kıkırtıyla...
İşte şimdi oradaydım, en çok korktuğum şey beynimin içinde geziniyordu. Bu bir soruydu.
Bana kim olduğumu soruyordu.
Bir cevap vermekten korkuyordum, cevap verememekten.
Yerde öylece uzanıyordu bedenim, kaslarım yorgundu, beynimin içinde milyonlarca ses vardı, hepsi aynı soruyu soruyordu.
Kalabalıktı, bu kalabalık yalnızca benim yarattıklarımdı.
Fısıltıları duydum, adımı söylemiyorlardı. Ama benden bahsediyorlardı, biliyordum.
Gözlerim, gözlerim açılmıyordu. Açılsa da göremiyordu sanki bir şeyleri, bir perde inmişti önüne.
Ve bir şey hissediyordu sanki yüreğim, korku değildi, hayır bu korku olamazdı. Keder, kederi defalarca tatmıştım o böyle hissettirmezdi, o etinizi keser atardı. Oysa bu his güzeldi, içinde heyecan vardı, içinde bilmediğim şeyler vardı.
Ama yüreğim bir mezarlıktı.
Yanımda bir başka bedenin kıpırtısını hissettim.
"Yerde yatan iki kişi var!" dedi bir ses. Ses tonu sertti, kalındı. Sanki tarihin içinden kopup fırlamış gibi öz bir İngiliz aksanına sahipti. Vücudumu hareket ettirmeye çalıştığımda kurumuş yaprakların hışırtılarını duydum, beynim bana oyun oynuyor olabilir miydi? Şu an revirde yumuşak bir yatakta gözlerimi açmam gerekirken neden toprağın, yaprakların üstünde öylece yatıyordum, atların kişneme sesleri nereden geliyordu?
"Bunlar da kim böyle?" dedi bir başka ses aksanı aynı az önceki adamınki gibiydi. "Üstlerine ne giymiş onlar öyle, tıpkı ucube gibiler." dedi aynı adam tekrar. "Gryffindor ve Slytherin onlar da demek ola ki? Bir tarikata mı üyeler, yoksa büyücüler mi?" dediğinde bir başkası, ortamdaki sesler kesildi, sanki atlar bile bırakmıştı kişnemeyi. Duyduğum hiçbir şeye anlam veremiyordum.
"Nefes alıyorlar mı bakın." dedi ilk konuşan adam, sanki onların başı gibiydi. Yanıma yaklaşan adımları hissettiğimde dakikalardır açılmayan gözlerim aniden açıldı, güneş ışınları gözlerime vurduğunda gözlerimi kapamak istediğimde bir şey buna engel oldu ve sanki yanıma yaklaşan adam gözlerimi açtığımı görmüyor gibiydi, bu yüzden bakışlarımı yanımda yatan bedene çevirdiğimi de fark etmedi. İşte o çocuk hala yanımda sereserpe yatıyordu, bu sefer McGonagall'ın sınıfında değildik ama bir ağacın altında yaprakların üstünde yatıyordu bedenlerimiz.
Neydi bu, kötü bir eşek şakası mı? Tam da Fred ve George'un işi gibi duruyordu, birazdan bir yerden çıkacaklarını biliyordum.
Orta çağdan fırlamış gibi görünen muhafıza benzeyen bir adam, eğilip nefesimi yokladığında hiçbir şey yapmadım, tek yapmam gereken şey bu şakaya kayıtsız kalmaktı, evet öyleydi.
Aynı adam o çocuğun nefesini yoklamak için elini uzattığında çocuk ondan önce davranarak adamın bileğini kavradı, adamın bileğini halen tutarken oturur konuma gelmişti, gözlerini tam olarak görememiyordum ama sanki ateş gibi parlıyordu, sanki gözünde parıldayan alevler vardı.
Beynim bana oyunlar oynuyordu, damarlarıma işliyordu şüpheyi. Acabaya düşürüyordu beni.
"Siktir!" diye bağırdı adam kendini geriye atarken, adama baktığımda bileğinin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Sanki yanmış gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dragon Lord | Dramione
Hayran Kurgu• "Bir oğlan vardı gencecik, Bir de kız, zihni henüz tazecik Kaderleri yazılmış asırlar önce, Ne ettilerse geçemediler önüne." • O anlatılandı, efsanelere konu olan. Hep bahsedilen kendinden, yüceliği dillere destan olan. Attığı adım yeşertecekti...