~HAZIR MISIN DENNİS?~

282 18 7
                                    

                                            3. BÖLÜM

        Ayak sesleri gittikçe artarken beynim tıpkı bir bilgisayar gibi çalışmaya başlamıştı. Yastıkları alıp hızlıca yorganın altına sakladım. Orada uyuyormuşum izlenimini verdim. Odamı inceledim, kesici alet, beyzbol sopası, gece lambası vb. kendimi savunabileceğim eşyalara bakıyordum. Önceden hazırladığım çantamı sırtıma geçirip beyzbol sopasını elime aldım. Pencere kenarından uzaklaştım çünkü beni aşağı atabilirdi. şansıma etraf karanlıktı ve uykudan yeni uyandığım için gözlerim karanlığa çabucak alıştı. giysi dolabının yan tarafına doğru ilerledim. Sırtımı duvara yaslayıp bekledim. Kan, damarlarımdan öyle hızlı geçişler yapıyordu ki adrenalin seviyem yükselmişti. Kapının kolu yavaşça aşağı inmeye başladığında kendimi belgesellerdeki ceylan gibi hissetmiştim. Av olmamak için savaşmaya hazırdım ama gücüm yeter miydi emin değildim.

        Kapı hafif gıcırtılar içinde açılmaya başladı. Sert bakışlı, uzun boylu, siyah takım elbisesinin altından bile rahatça görülebilen kasları ile oldukça iri bir siyahiydi. Ne emri aldığı oldukça belliydi çünkü elinde silah taşıyordu! Gözlerim faltaşı gibi açılmış, nefes alış-verişlerim hızlanmıştı. ama ne olursa olsun bu ceylan aslandan kurtulmayı başarabilecekti, başarabilmeliydi. adam adımlarını dikkatlice atarak yatağa yöneldi. Arkasını döndüğü an sopayı kafasına geçirecektim. Yatağa iyice yaklaştı, silahı iki eliyle destekleyip yatagın baş kısmına doğrulttu. Bir adım daha attığı anda arkası dönük olacaktı. içimden hadi bir adım daha at diyordum. Hadi sadece tek bir adım daha. Adamın yatakta yatanın ben olmadığımı anlamasına ramak kalmıştı. Ve... İşte o adım geliyor. ÇAT!!! Sopayı kafasına tüm gücümle geçirmiştim, öyle ki sopa kırılmıştı. Adam sarsılarak yere düştü. Sanırım onu bayılmıştım. Kafasından da kan geliyor zaten diyerek adamın bacakları üzerinden atlayıp geçtim. Tam kapıya ulaştım derken bir çift el  ayak bileklerimi sıkıca kavradı. Kendine doğru çektiğinde dengemi kaybedip yere düştüm. Ayaklarımı adamdan kurtarmaya çalışıyordum fakat o inatla kendine çekmeye devam ediyordu. çığlıklarla yardım isterken bir yandan ona tekmeler atıyor diğer yandan da tırnaklarımla yeri kazıyordum. Ya tırnaklarımı kaybedecektim yada canımı diyerekten var gücümle tırnaklarımı parkeye geçirdim. Siyahi adam beni yeniden çektiğinde tırnaklarımdan bazılarının söküldüğünü hissettim. Acılar içinde bağırırken bir yandan da ağlıyordum. Pes etmiştim, daha fazla direnmeyecektim. Zaten ne arkamda bırakacağım biri ne de bir şey vardı. gözlerimi kapatıp olacakları bekledim. Bu sırada ayak bileklerime sıkı sıkı tutunan eller yerini gevşemeye bıraktı. Ne olduğunu anlayamadığım için gözlerimi açıp arkaya baktım. Yaşadığım şaşkınlığın haddi hesabı yoktu. Siyahinin kafasına bir adam silah doğrultmuş, kızı derhal bırak diyordu. Ben şaşkınlık içinde olanları izlerken siyahi adam bileklerimi bırakıp oturma pozisyonuna döndü. Beni kurtaran adam "Ellerini havaya kaldır! Şanslı günündesin. Bize tüm bildiklerini anlatman için seni öldürmeyeceğim" dedi. Siyahi öldürücü bakışlar atıyordu adama ve "Ongehoorsaam hoe beter ek sterf!" dedi. Başına silahı dayayıp tetiği çekti. Gözlerimi kırpamıyordum bile. Beynimde olay an ve an dönüp duruyordu. Hızlı çekimde, yavaş çekimde sürekli ama sürekli. İğrençti. Her yer kan gölüne dönmüş durumdaydı: yatağım, duvarlar, parkeler... Kurtarıcım kolumdan tutarak beni ayağa kaldırdı. Yükümü tamamıyla ona veriyordum çünkü bacaklarım beni taşıyamayacak kadar halsiz durumdaydılar. Dışarı çıktığımızda beyaz Toyota Corolla bizi bekliyordu. şoför koltuğunda oturan adam yanımıza gelip "Hadi hemen gitmemiz gerek polisler her an burada olabilir" dedi telaşlı bir şekilde. Beni arabanın arka koltuğuna bindirdiler son bir işimiz kaldı onu halledip döneceğiz dediler. İşlerinin ne olduğunu merak etmiyordum bile sadece buradan uzaklaşmak istiyordum. şoför koltuğuna oturan adam bagajdan birkaç bidon çıkardı. Ellerinde bidonlarla eve girdiler. yaklaşık beş dakika sonra dışarı çıktılar. Beni kurtaran adam çakmağını yakıp eve doğru fırlattı. Ev birden alevler içinde kaldı. Pencereden kül olmak üzere olan evime son bir kez baktım. Ondan sonra hızla olay mahallinden uzaklaştık. Şöfor koltuğuna oturan sarışın yirmili yaşlardaki aşırı derecede laubali görünen çocuk "Neyse ki eviniz diğer evlerden uzaktaymış, içim rahatladı" dedi sırıtarak. onu dinlemiyormuş gibi yaparak pencereden dışarıyı izlemeye devam ettim.

        Yarım saat sonra beni kurtaran esmer, uzun burunlu, tahminen orta yaşlı adam konuşmaya başladı:

--Çok uzun bir yolumuz var, dinlenmelisin. Bence uyu biraz. dedi

--Nereye gidiyoruz?

--Gizli bir yere veya diğer bir deyişle güvende olabileceğin bir yere.

--peki nerede bu "gizli" yer?

--Şuradaki dağı görüyor musun, eliyle işaret ederek, işte o dağın arkasında sizler için inşa edilmiş olan yere gidiyoruz.

--Bir saniye "bizler"?

--Bak bugün çenemi olması gerekenden fazla açtım. Ama seni temin ederim ki merak ettiğin herşeyi orda öğreneceksin. Şimdi biraz dinlen yaklaşık olarak varmamıza üç saat var.

        Aklımdaki binlerce sorunun cevabını almayı her ne kadar çok istesemde uyku merakıma ağır basmıştı. Göz kapaklarımı kapatıp kendimi uykuya teslim ettim.

        "Dennis, hadi uyan. Geldik." Bu sesler eşliğinde gözlerimi usulca açtım. Arabadan çıktım ve etrafa bakındım. Bildiğiniz dağ, ağaçlar, çiçekler, kuş sesleri... Ama ne malikane ne ev ne de kulübe vardı etrafta. Öyle ki insan belirtisi bile yoktu. Laubali çocuğa soran gözlerlerle bakınca sırıttı ve açıklama ihtiyacı hissetti.

--Saat 10 yönünde yukarıya doğru bak.

--Baktım. dedim.

--Ha, orada bir mağara görüyor musun?

--Şaka yapıyorsunuz değil mi!? yani güvenli dediğiniz yer bir mağara mıydı? dedim hem sinirli hem de kırgın bir şekilde.

--İçini görmeden hemen paniğe kapılma ufaklık, o normal bir mağara değil dedi beni kurtaran adam. Ona nedense oldukça güveniyordum. Bu sebeple içeri girmeye ikna oldum.

        Laubali çocuk arabayı ağaçların arasına saklayıp geleceğini söyledi. Biz de mağaraya doğru yürümekle tırmanmak arası bir yolculuğa başladık. Ve işte, mağaranın girişine varmıştık. İçeriden dışarıya loş bir ışık süzülüyordu.

        Kendi kendime sordum, HAZIR MISIN DENNİS?

        

MAVİLERİN SAVAŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin