Aytuğ'da yine değişiklikler seziyordum.Buna bulaşmadan önce en iyisinin Lord Lones'a haber vermek olduğuna kanaat getirdim.Böyle bir adamla çalışmak beni deli ediyordu ama planımı uygulamak için en iyi yol Lordun sözünden çıkmamak olduğunu biliyordum.Bu yüzden yaklaşık kırk yıl önce Aytuğ'yu benim üstümdeki kademeye aktardığında ses etmedim.Ama gücüm şahidim ki her gün bunun ne kadar saçma olduğunu düşünerek geçirdim.Üstelik onun yüzünden, daha doğrusu ikilemlerinden dolayı Flemport Sarayı'na çok çağrılmıştık.Fakat böyle bir adamla çalışınca bir süre sonra şaşırmıyor, aksine alışıyorsunuz.
O erken saatlerde, daha kimse uyanmamışken Aytuğ'nun koyu mavi ceketinden tutup akademinin bahçesine doğru sürükledim.Tan yeri daha yeni ağırırken okulda kimse uyanmamış olurdu.Bu sürpriz ziyaretimiz lordumuzun çok canını sıkacaktı büyük ihtimalle.Benim de yapabileceğim başka bir şey yoktu.Saçma sapan konuşmaya başlamıştı bile Aytuğ.
Gümüş rengi, kanatlı kapıdan çıkarken Aytuğ elimi ceketinden kurtardı.Güneş altın sarısı rengi ile bize vururken onun kırmızıdan maviye oynayan gözlerine baktım.Sadece düşüncelerimle baş başa kalmak ve artık Aytuğ'yu dert etmek istemesem de konuşmaya başlamıştı bir kere.
"Zümrüt'ün yakasını neden bırakmıyoruz ki?"dedi mavi gözleri ile."O sadece on altı yaşında bir çocuk."
"Yılanlarım aşkına Aytuğ!"dedim bana doğru süzülen, pulları güneşin vuruşuyla parlayan yılana bakıp.Ona ve arkasından gelen yılanlara gitmelerini işaret ettim.Bir zehir içirenseniz gücünüz bu şekilde dışarıdan sağlanırdı.Onlara söz geçirmek oldukça zordu."Tuğba ile ilgili bir şeyler öğrenmeden onu safımıza çekmemiz gerektiğini biliyorsun.Saçmalamayı bir saniyeliğine keser misin lütfen? Lord Lones'ın sana verdiği bu göreve karşı mı çıkıyorsun? Tekrar acı çekmek istiyorsan buyur! Seni durdurmam!"
"Hadi ama! Öyle demek istemediğimi biliyorsun. Sadece...Tuğba..."
"Artık sus!"dedim.Sesim tahmin ettiğimden daha yüksek çıkmıştı.Bu soğuk hava da ağzımdan dumanlar çıkarken bağırmak ciğerlerimi dondurmuştu.Kırağı düşen yapraklara basarak henüz ışık almamış karanlık ormanın içinde bekleyen Kara Muhafızlara doğru ilerledim.Oldukça geniş olmasına rağmen bir o kadar da hafif olan uçan araçlar ile gelmişlerdi.Kırmızı plaka takılı olan oldukça resmi araca binip kısa sürede Kaleumb Atlas'a vardık.Hala konuşup duran Aytuğ'ya baktım.
"Geldik.Çeneni biraz kapalı tutsan iyi olur.Lordu kızdırmak istemeyiz."
Havada teker teker mor renkte şimşekler çakarken kırk beş yıldır Lord Lones'ın hüküm sürdüğü, Flemport Sarayı'nın merdivenlerinden çıktık.Sarayın içerisine girdiğimizde siyah üniformaları ile oradan oraya koşuşan öğrencilerin eşliğinde,ayaklarımız koyu ahşap renginde ki parkeleri döverken, ellerinde ateşle, buzla oynayan çocukların yanından geçtik.Fantastik Akademi'nin aksine Flemport Sarayı'nda okuyan öğrenciler için gün karanlık ile başlardı.Bende bu öğrencileri taktir ederken üst katta ki taht odasının bulunduğu kapıya kadar Kara Muhafızlar ile ilerledik.
"Sen burada bekle."dedim Aytuğ'ya.Zaten kafası beş karış havadaydı.
"Onu ben mi öldürdüm? Öldü mü?"dedi Aytuğ.
"Ah! Kimden bahsediyorsun!"dedim kızgınlıkla fısıldarken.Kimden bahsettiğini iyi biliyordum ama onu burada dillendirip durmak kimsenin yararına olmazdı."O köprünün altından çok sular geçti tamam mı? Unut artık şunu."
"Onu...öldürdüm..."deyip duruyordu kendi kendine.Etrafında daireler çizip deli gibi hareketler yaparken kanatlı kapıyı tıklatıp girdim.
Lord Lones büyük pencerelerin önünde yüzünde ki çarpık gülümsemesi ile Kaleumb Atlas'a bakıyordu.Saray her binadan uzak ve yüksekte olduğu için neredeyse her yeri rahatlıkla görebiliyordu.
"Ne güzel bir hava değil mi?"diye sordu bana.Şimşekler çakıyor,yıldırımlar düşüyor,yağmur yağıyordu.Kötücül ateş ile yanan havayı soludum.Aslında tükenmeye yüz tutmuş bu gücünü böylesine keyfi işler için kullanması saçmalıktı. Kendine ait bir güç olmadığından Zümrüt'e ihtiyaç duyuyordu. Zümrüt onun minik kuklası olacaktı. Ama ben bunları lorda söyleyip sinirlendirmek istemiyordum.
"Evet efendim."dedim bu yüzden.
Lord Lones kafasını bana doğru çevirdiğinde önünde diz çöktüm.Sevgili kuzenim her zaman saygıya önem verirdi.Yani kendine duyulan saygıya.
"Seni bugün görmeyi beklemiyordum."dedi tacını tahtan alıp başına takarken."Seni buralara hangi rüzgar attı?"
"Lordum...Önemli bir konu var.Aytuğ'nun karanlık dehşetinin izi siliniyor.Zümrüt ve Tuğba ile ilgili saçma şeyler söylüyor.Kalbinde acıma ve merhamet var."
Gözünde ki ışıltı söndü.Tuğba'da da karanlık dehşeti işe yaramamıştı.Aytuğ'da ise böyle oynayıp duruyordu.Bu işin Lordun sanını sıktığı belliydi.O tahta geçtiği günden itibaren Gök Atlas'ta en güçlü insan olmayı diliyordu.Ama doğuştan gelen bu gücünün işe yaramıyor oluşu onu kızdırdığı ve küçük düşürdüğü aşikardı.Bir yıldırım çeken ve bir şifa veren olabilirdi ama Fantastikler dünyasında kendi gücün önemliydi.Her ne olursa olsun halkı bu üç gücününde doğuştan geldiğini sanıyor olsa da kuzeni her şeyi biliyor işte.
"Neden?"dedi çaresizce."Neden onda işe yaramıyor? Bunca yılımı karanlık dehşetimi iyi kullanabilmeye adadım ben. Herkeste işe yarıyor da neden onda yaramıyor? Akanay'a bak, yıllar önce sadece tek bir karanlık dehşet uyguladım ona.Ve hala yanımda yaverim.Eğer bir kez daha uygularsam gücümün silinmesinden..."
"Korkuyorsunuz."
"Hayır! Ben hiçbir şeyden korkmam! Demek istediğim karanlık dehşetin bir tükenme noktası vardır.Onu Zümrüt'e ayırmak istiyorum."
"Ama lodrum...Aytuğ bu işte olmazsa Zümrüt'ü kolaylıkla yanımıza çekebileceğini düşünmüyorsun değil mi?"
Bana başını hayır anlamında salladı.Bende kapıdan çıkıp etrafına bakınıp hala bir şeyler mırıldanan Aytuğ'nun kolundan tuttum.
"Bir şey mi diyeceksin Aytuğ? Yoksa benim sadık ordumdan kopmak mı istiyorsun? Yoksa eski iyi adam rollerine bürünmek mi?"
"Yani...bilemiyorum.Yoksa fazla mı tez canlıyım? Ama Zümrüt'ün yakasını bırakmak hiç de fena olmazdı sanırım. Tuğba'ya olanlardan sonra bunu yapabiliriz bence."
"Yaklaş."dedi Lord Lones yüzünde ki gülümseme ile. Parmağını ona doğrulttu."Hadi buraya gel."
Aytuğ minik adımlarla çekinerek ona yaklaştı.Bir süre sadece öyle durdular.Ardından ani bir hareketle
Lord Lones Aytuğ'nun göğüs kafesini delip kalbini dışarıya çıkardı.Aytuğ kanlar içinde devrilirken Lordun elinde ki kalp siyahlaşmaya başladı.Lones yere damlayan kanların sesi eşliğinde onu elinde tuttu bir süre. Ta ki simsiyah, kömür rengini alana dek.Sonra kırmızı pelerinini arkaya atıp Aytuğ'nun yanında diz çöktü.Kalbi tekrar göğüs kafesinin içinde ki yerine koydu.Ardından Tuğba'dan elde ettiği şifa verenlik gücü ile acınacak durumda olan yarayı onardı.Aytuğ kızıl gözlerini açıp etrafına baktı.Ardından tekrar o hain bakan gülümsemesini yerleştirdi suratına.Lord kırmızı kadife tahtına otururken bizde büyük kapıların arasından geçip merdivenlerden indik.Gömleğinde ki kan lekesine bakan herkes büyük bir haz yaşıyormuş gibiydi.Burası kötülerin yeriydi.Burası kana susamışların yeriydi.Ve artık Aytuğ da planımızı bozamayacaktı.Zamanı bekleyecektik.Sadece doğru zamanı.Ve işte o zaman Zümrüt yanımızda olacak, Gök Atlas'a hükmedecektik.Minik yıldırım çekenimiz.Kadim olan güç...Lordun bile korktuğu güç...Sadece Gök Atlas değil Zamerland'dan tut Warland'e kadar, her bir fantastik ve Normelem bizim karşımızda boyun eğecekti.Onlar kölemiz olacaktı.Biz ise efendileri...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fantastik Akademi "Yıldırım Çeken" -1 -ARA VERİLDİ- Devam Edecek...
FantasiaBurası Gök Atlas Krallığı. Fantastiklerin yaşadığı on bir krallıktan sadece biri. Ben ise yıldırım çeken olduğunu henüz yeni öğrenmiş bir genç kız. Hayatımın normal olacağını düşünürken kendimi Fantastik Akademide buldum. Ve sadece bununla da kalmad...