Indila - Tourner Dans Le Vide
"Ben İsa'nın ellerini çivileyen
çekiç kadar günâhkarım.
Tanrı bunu affeder."-Ali Bayam
∆
25 Nisan 1945
Nisan ayının en cezbedici perşembe günü olan bu zaman diliminde, cebine fütursuzca yerleştirdiği siyah sepyası ve eskimiş küçük cep defterini çıkardı titreyen parmakları ile, aklına üşüşmüş bu noksan dolu kelâmlarını nezih parşömen kağıdının sararmış dokusuna geçirmek için yüreği amansız bir heyecanla doluyordu. Kuzgun'un ısınmak adına yakmış olduğu yanı başındaki eski şömineye göz gezdirdi. Sıcak ışığı mayıştıran bir vazifeymiş gibi yüzüne vuruyor baygın gözlerinin içine yansıyordu. Gülümsedi elinde olmadan, açık kahve dalgalı saçları gözlerinin üzerine düşerken kızarmış kulak uçlarını da kapattığının farkında bir şekilde rahatça derin nefeslerini ciğerlerine bahşetti. Şimdi ne avuçlarına bulaşmış acıdan haberdardı ne de sızlayan dizlerindeki kurumuş kanlardan. Yalnızca az önce noksansız yüzünde hiçbir ifade olmadan gelip tozlu şöminenin içine birkaç parça gürgen odununu attıktan sonra eski gazete parçalarını şöminenin hemen üzerindeki kibrit kutusundan çıkardığı kibritler ile yakan adamın yüzü aklına geliyordu. Herhangi bir ifadeden yoksun dâhi olsa sanki yanında olduğu her sürece içinde bir rahatlık olacağını kendisine hep benimsemiş olan bu genç çocuk elinde tuttuğu sararmış parşömen kağıdına baktı.
Yalnızca zihninde uğuldayan, Kuzgun'un meçhûl olmuş her bir mültefitini küçük sepyası ile bu eski parşömen parçalarına aktarmak istiyordu. Lâkin bu küçük orman evinde ahşap odalardan birinde elindeki birkaç parça eşya ile çıkan Kuzgun'unu gördüğü vakit elindeki sepyasını ve küçük cep defterini yeniden cebine yerleştirdi hemencecik. Titreyen ellerini nereye koyacağını bilemeden sadece patikanın kasvetli tozuna bulanmış paçalarını dizlerinin hemen üzerine sıyırdığı çıplak bacaklarına baktı. İnce ve çelimsiz bacakları şömineden gelen sıcaklık ile kızarmışlardı keza bir o kadar da ısınmışlardı.
Bakışlarını ayakta duran, onun cüsseli bedenine çeviremiyor, yalnızca açıkta kalan çıplak bacaklarına bakıyorken utanç duygusu yanaklarına doğru ulaşmış, yanık teninden dâhi belli olmuştu. Şükürlerini iletiyordu ki Tanrısına, kızarmış gözlerini ve kulak uçlarını kapatan uzun dalgalı saçları vardı. Yanan şöminedeki odunların çıtırtısı kulaklarına gelirken dudaklarını dişliyordu bu genç çocuk. Akabinde görüyordu bu adamın yanıbaşına çöken bedenini. Küçük bir ahşap tabureyi büyük şöminenin önüne koyup oturduğunda şimdi bu genç çocuğun tam da ayaklarının ucundaydı Kuzgun.
Derin nefesleri ciğerlerine ulaşıyor Taehyung'un, gözleri yakınındaki alevler nedeniyle biraz acıyor. Bu nedenle doluyorlardı. Bol kumaş pantolonunun içine koyduğu üzerindeki frenk gömleğinin büzmeli uçlarına karışmış patikanın tozu dolayısıyla parmaklarını oraya götürüp bir kaç kez vuruyor, nitekim tozları üzerinden uçurmayı hedefliyordu ancak nafile olduğunu görür vaziyette idi. Ne yaparsa yapsın ya parmakları yahut da beyaz patiska gömleği hep kirli hissettirecekti bu çocuğa. Lâkin yine de ayaklarının ucuna ahşap bir tabureye oturmuş şekilde yukarıdan kendisini izleyen Kuzgun'a bakmamak için elinden gelen tek şey buydu.
Saatlerdir yolda ılımaktan çok, soğumuş olan bohçayı büyük şöminenin hemen ucuna açık vaziyette koymuş, bu içindeki çöreklerin ısınmasını sağlarken kokusu buram buram burnuna çalmıştı. Öyle ki dibindeki adamın zambak kokusunu dahi bastırmıştı. Bay Jeongguk'a bakmamak adına verdiği bu canhıraş uğraş, çörekleri düşünmekle geçerken açlıktan dolayı karnından yükselen sesler tüm kanı kulaklarına iletmişti. Hissediyordu, yanıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nepenthe
FanfictionFransa'nın Marsilya eyaletinde annesinin vefatından sonra kendisini ağır bir yaşamın içerisinde bulan Jeongguk Jeon ve küçük yaşında Japonya'nın harp kokan havasından kaçmış olan, onun kişisel çalışanı Taehyung Kim. Sene 1945, Plaktan yükselen bu şa...