"Karanlıkta söylediğiniz her söz
gün ışığında duyulacak.
Kapalı kapılar ardında kulağa fısıldadıklarınız damlardan duyurulacaktır."Luka 12 : 2-3
∆
15 Nisan 1945
Bir gün bir yerde tekrar karşılaşırsak eğer, benimle yeniden tanış...
Ama kimse anlamasın bu tanışıklığın evvelini, gözün bile ısırmasın beni bir yerden.
Çıkaramadım değil de tanıştığımıza memnun oldum cevabını almak istersen, yeniden tanış.
Toprak rengini andıran açık kahve saçları, bahçe kapısından içeriye süzülen her rüzgarda etrafa savruluyor, üstündeki kıyafetlerine tezat dağınık bir görüntü sunuyordu etrafa. Beyaz gömleği mürekkebin lekelerine maruz kalmasın diye dirseklerine kadar katlamıştı, bakışlarının tek odağı ise önündeki kırışmış parşömen parçasıydı. Yazdığı kelimelerde harelerini gezdiriyor ve bir kez daha geçmişe doğru yolculuğa çıkıyordu.
Kuzgun efendisi yine aklındaki tahta yerleşmiş, gülümsüyordu. Öylesine güzeldi ki, onu aklından atmayı başaramıyordu. Başaramadığı gibi kendi elleri ile onu aklının en güzel yerine yerleştiriyor, gitmemesi adına tembihliyordu.
Su ile dolup taşmış bir kuyu gibi hissediyordu. Her şeyi öylesine uçta yaşıyordu ki, âciz kalbi bunu daha fazla taşıyamıyordu; nefesi kesiliyor, dudakları kuruyor, yanakları alev alev yanıyordu...
Aklında o olduğu müddetçe, düzgün düşünemez olmuştu. Ona hayrandı, bu hayranlığı her an zihninde dönüp duruyordu lâkin daha fazlasını düşünemiyordu. O ince çizgiyi geçmesi yasaktı. Her korktuğunda sığındığı Tanrı'sı ona sırtını dönerse yaşayamazdı. Yardım isteyemez, sakınırdı kendini Tanrı'sından. Öyle ki, ailesinden de sakınırdı kendini. Babasının gözlerinde görebileceği en küçük hayal kırıklığı onu yıkmaya, paramparça etmeye yeterdi.
Kuzgun efendisi ile ilgili olan her düşüncesi bir günah misali tenine işliyor, iyileşmesi güç yeni yaralar açıyordu. Bu da yetmezmiş gibi kabuk bağlayan her bir yarayı, şeytanları tekrar ve tekrar deşiyordu. Göz pınarları dolup taşıyor, acı çekiyorum diye bağırmak istiyordu.
Küreleri korku ile harmanlanmıştı, boğazında bir çift el varmışcasına nefessiz kalıyor, yolunu kaybetmiş küçük bir serçe gibi kanat çırpıyordu. Ama bilmiyordu ki, şeytanları kanatlarındaki tüm tüylerini teker teker yoluyordu. Onun bu günahtan kaçısı yoktu, farkında olmadan müptelası olacaktı bu günahın.
İnce parmaklarında bulunan kalemi çevirmeye başladı. Mutfak masasında oturmuş, zihnini döktüğü kağıda bakıyordu öylece. Okuduğu kitaplarda hafızasında kalan satırları usanmadan döküyordu bu köşeleri kıvrılmış parşömen kağıdına.
Daldığı kağıttan bakışlarını ayırmasına sebep olan dokunuşla sıçramadan edememişti. Hareleri koluna temas eden ellerin sahibine çıkarken, Bayan Shin göz temasını kesmeyerek şaşkın bir şekilde kendisine bakıyordu.
"İyi misin?" demişti kolunda bulunan parmaklar hâlâ yerini korurken. "Seslendim birkaç kez ama duymadın tatlım. Efendinin akşam yemeği hazır, götürebilirsin." derken parmaklarını çekebilmişti yaşı oldukça var olan kadın.
Önüne konmuş yemek tepsisine çevirmişti bakışlarını Taehyung. Hafif yemeklerin yanında bulunan bir bardak su ve desenli mendilin üzerine konmuş hap kutusuna bakmadan da edememişti. Başını usulca sallamış ve yavaşça yükselip kalktığı sandalyeden inerken yuvarladığı kağıdı cebine yerleştirmeyi unutmamıştı. Dolma kalemini de aynı şekilde yanına koymuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nepenthe
FanfictionFransa'nın Marsilya eyaletinde annesinin vefatından sonra kendisini ağır bir yaşamın içerisinde bulan Jeongguk Jeon ve küçük yaşında Japonya'nın harp kokan havasından kaçmış olan, onun kişisel çalışanı Taehyung Kim. Sene 1945, Plaktan yükselen bu şa...