"Düşün.
Kapat gözlerini ve hayal etmeye başla. Yemyeşil düzlük bir arazide yere serdiğin kareli, mavi, yeşil ve kırmızı tonlardan oluşan bir bezin üstüne uzanmışsın. Etrafındaki çiçeklerin akıl almaz kokusunu alabiliyor musun? En sevdiğin çiçek hangisi? Papatya, gül, menekşe bel ki de bir orkide. Seçebilir misin? Ben seçemiyorum. Belki de adımın çiçek olmasından dolayı onlarla bu kadar ilgiliyim. Her bir yaprakları yıllar gibi. Bazen can acıtacak kadar güzel. Ben Çiçek, peki ya sen, sen kimsin; içine gömülü olduğum toprak mı, can suyum mu ya da en çok ihtiyacım olan şey misin? Sen benim güneşim misin? Beni ısıtıp ışıklarına güzelleştirebilir misin? Sen kimsin, benim bildiğimin dışında. Elimde sadece bir adres ve isimle yalnızım. Adın-senin gerçek adın olduğundan emin olmasam da- gerçekten Mavi mi? Sana sormak istediğim o kadar çok soru var ki kafamı toparlayıp hepsine değinemiyorum bile. Ama şu an en çok merak ettiğim şey kim olduğun. Kimsin sen?"
-Çiçek. Hadi artık sofra hazır seni bekliyoruz.
-Hemen geliyorum Ayça, kısacık bir işim var. Bana bir dakika daha verir misiniz? Siz başlayın isterseniz.
-Yok kuzum bekliyoruz hadi hallet de gel.
-Tamam.
Çiçek küçük dükkanının içinde bulunan turuncu masasının üstüne koyduğu zarfı alıp bir kez daha düşünmeden mektubunu içine koyup yanına bir parça kurutulmuş mavi ortanca ekledi. Üçgen kısmını kapatıp üstüne pulun da yapıştırdıktan hemen sonra gönderilmek için her şey hazırdı. Geriye sadece iki dükkân ötedeki postaneye gitmek ve bulduğu notta yazan adrese mavi zarfını göndermek kalmıştı. Mektubu yazarken ne kadar ağır hareket ettiyse göndermek için ise tam tersi oldukça hızlı davranıyordu. Heyecanlıydı, korkuyordu ve ona karşılık vermezse üzüleceğinden emindi.
Hızlıca küçük çiçekçisinden çıkarak koşmaya başladı. Bakır rengi saçları arkasında uçuşurken dolgu topuk terliklerinin üstünde ne kadar hızlı hareket edebilirse o kadar hızlıydı. Elleri titreye titreye mektubunu gerekli adrese göndermeyi başarmıştı. Bu kadar heyecanlandıktan sonra biranda dalgınlaşmıştı güzel Çiçek. Bu dalgınlığı fark eden arkadaşları sessizce Çiçek'in gelmesini beklemeye başladılar. Kızlar artık gelenek haline getirdikleri gibi Ayça'nın pastanesinde toplanmış ve öğlen keyfine başlamak için Çiçeği bekliyorlardı. Ayça'nın küçük oğlu Yağız Çiçek gelir gelmez hemen kucağına tırmanmış ve bıcır bıcır konuşmaya başlamıştı. Nedendir bilinmez Yağız'ın Çiçeğe karşı aşırı bir düşkünlüğü vardı. Nerde Çiçeği görse koşarak yanına gider ve eteklerine yapışırdı ta ki Çiçek onu kucağına oturtana kadar. Çiçeğin kucağındaki tahtına kurulan Yağız'ın keyfi yerindeyken, kızlar Çiçekteki durgunluğun nedenini iyice merak etmeye başlamışlardı ve bir süre birbirlerine baktıktan sonra Müge dayanamamış her zamanki gibi konuşmaya başlamıştı.
-Çiçek iyi misin sen?
-Hım. Evet, evet Mügem iyiyim. Sen nasılsın?
-Ben iyiyim Çiçek de sen çok dalgın görünüyorsun.
-Öyle mi? Farkında bile değilim. Sadece bir mektup göndermem gerekiyordu. Size bahsetmiştim zaten, cevap gelip gelmeyeceğini merak ediyorum. Sizce cevap verecek mi?
Ayça:
-Bana sorarsan cevap gelecek çünkü, düşünsene halk kütüphanesindeki bir kitabın içinden çıkan küçük bir not, üstünde adres ve isim olduğunu düşündüğümüz bir yazı vardı ve sen o adrese mektubu gönderdin. O kitabıysa sadece sen okuyorsun hem de her ay bir kere.
Müge:
-Ayçaya katılıyorum çiçek. Hem cevap gelmese bile tanımadığın biri sonuçta, ayrıca biz hep yanındayız.