30. Bölüm
Yeni yıl, çocukların yüzlerine sıvanmış kahkahalarla gece gökyüzüne doğru kollarını kaldırdıkları mutlulukla ilgili olmalıydı. Kimsenin kutlamamak için bir sebebinin olmadığı, kurtuluş arayanların, dile getirilmek istenen dileklerinin, verilecek sözlerin olduğu tek gündü. Aynı zamanda insanların havai fişekleri çıkardıkları, bu kez kendi yıldızlarını cennete gönderdikleri bir gündü. Tüm bu zaman boyunca insanlar, yere doğru süzülen veya gece gökyüzünde kayan pek çok yıldızla karşılaşmışlardı. Bir yıldızın kaymasıyla dilek dileyebiliyorlarsa, belki de bu kez insanlar üzerinden dilek dileyenler yıldızlar olurdu ve insanoğlu bu dileklere kendi havai fişekleriyle cevap verebilirdi.Arkadaşları çok eğleniyordu, Hoseok ilgi odağıydı ve neredeyse hepsini eğlendiren tek kişilik bir gösteri düzenlemişti. Minju, Jungkook ile birlikte çok güzel şarkılar söylerken gitar çalıyordu. Yujin daha sonra şarkı söyleme yeteneğini sergilediğinde bu gerçekten de Yoongi'nin tüylerini diken diken etmişti. Normal bir günde olsalar ona iltifat eder, kolunu omzuna geçirir ve onu güldürürdü. Bira şişeleri açılmıştı ve hepsi birlikte gülüyor, geçen yılın onlara verdiği belli bir hatırayı yeniden canlandırıyorlardı; bu arada melankoli ve gelecek yılın hepsini birbirinden ayıracağının gizli farkındalığı vardı üzerlerinde. Ama bu gece onlar için sadece mutlulukla, hepsinin sahip olduğu anla ve birlikteliği kutlamakla ilgiliydi.
Evet, Min Yoongi hariç onlar için bu gece bunlarla ilgiliydi.
Yeni yıl yaklaştıkça Yoongi daha da boş hissetmeye başlamıştı. Orada durup arkadaşlarını seyrettikçe, içindeki koca boşluğun onu gitgide kemirdiğini hissediyordu. Atılan her kahkaha derisini iğneleyen iğnelerden biriydi. Anlatılan her nostaljik hikâye avucunun altında tuttuğu bir çakmaktı. Her şeye katlanmak daha da zorlaşmıştı ve gökyüzü sürekli onunla alay ederek ona neden orada olduğunu soruyordu.
Başını kaldırdığında gökyüzü hâlâ aynı donukluğu ve çirkinliği ile üzerlerinde çatlak ve yara izleriyle asılı duruyordu. Gökyüzü ona babasının onaylamayan bakışlarını ya da Jungkook'un sahip olduğu tiksintiyi hatırlatıyordu. Gökyüzü, Bayan Oh'un ya da ailesini mahvetmesinden bıkmış olan abisinin sert bakışları gibiydi. Orada, gökyüzünün sert yargısı altında kendini bir şekilde çıplak ve savunmasız hissediyordu.
Yoongi dişlerini gıcırdatarak oturduğu yerden kalkmış ve tüm bunlardan uzaklaşmanın kendisini daha iyi hissettireceğini düşünerek topuklarını çevirmişti. Arkadaşlarının muhtemelen onu özleyeceğini biliyordu, ama artık orada daha uzun süre kalamazdı. Vücudundaki her hücre ona başka bir yere, başını kaldırdığında gökyüzünü görmek zorunda kalmadığı bir yere gitmesi için ona bağırıp duruyordu.
Gece karanlıktı ve muhtemelen kimse Yoongi'nin kayıp olduğunu fark etmeyecekti. İğrenç bir hareket olduğunun farkındaydı ama en azından Namjoon'un gelme isteğini yerine getirmişti. Onların bulunduğu noktadan o kadar da uzak değildi, tek patika üzerinden tepeden aşağıya sadece birkaç dakikada yürüyerek indikten sonra yukarı doğru yürüyen bir figür görmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
not crying on a sunday. (same love, 1) ✓
Fanfictionmin yoongi, hayatına park jimin şeklinde bir şey girene kadar, küçük arkadaş grubu ve her perşembe oynadığı basketbol dışında pek bir şeyi olmadan küçük bir kasabada yaşıyordu. ilk başta onun ürkek küçük bir çocuktan başka bir şey olmadığından emind...