İçeride dans eden insanları gördüğümde göz devirdim. Minho'ya kanmamamız gerekirdi. Birkaç kişi buluşacağız demesine rağmen, evde yirmiye yakın sarhoş olduğuna yemin edebilirdim.
Soo Ah, gülümseyen bir ifade ile bana döndü. Partileri ben de severdim ama okul partilerine gitmeyeli uzun zaman olmuştu.
Geri dönmek istediğimi açıkça belirten yüzüme hafif bir tokat yediğimde gözlerim irileşmişti. "Sakın ama sakın bana geri gitmek istediğini söyleme." derin bir nefes aldım. Tam da o onu istiyordum.
Zorla da olsa evin önüne kadar çekildim. Kapı tanımadığım bir çehre tarafından açıldı. Bizi hiç takmadan eğlencesine devam etmişti.
Sevdiğim kişinin popüler ve kötü bir çocuk olduğu göz önünde bulundurulursa bu manzara gayet normaldi. Ama beni aşıyordu.
"Gidip bir yere oturalım. Daha sonra biz de eğlenebiliriz." başımı salladım. Yine de cümlenin ikinci kısmı bana pek uymuyordu.
Fazla kalabalık olmayan bir yerde, oturmak için uygun alan bulduğumuzda hızlıca yerleşmiştik. Burada ne aradığımı gerçekten merak ediyordum. Gözlerimi kapattım. Önümdeki masaya kollarımı yaslayıp destek aldım.
Yüksek ses evde yankılanıyordu. Beni rahatsız eden yüksek ses değildi. O tür müzikleri severdim. Kalabalık ortamlar her zaman kaçındığım bir unsur olmuştu.
Telefonumu çıkarıp oyalanabileceğim bir şeylere bakındım. Yokluktan çareyi tekrar Instagram'da bulmuştum. Chan'ın Avustural'yadan attığı fotoğrafları incelerken, doğrusu eğleniyordum.
"Telefonla mı oynayacaksın?" alayla arkadaşıma dönüp, bana attığı bakışı takınarak cevapladım sorusunu. "Sen de mal mal etrafa mı bakacaksın?" göz devirdi. Bu durumda haklıydım çünkü partilerde dans eden taraf hiçbir zaman olmamıştım.
Bir süre sonra orada sadece oturmamdan sıkılmış olacak ki, ayağa kalkmıştı. Eğlenmeye gideceğini söylediğinde onu tutmamıştım. Kalabalığa karıştığında yalnız kalmıştım.
Gözüme takılan teras kapısıyla anında sevinmiştim. Şimdi bu boğucu havadan kaçabilirdim.
İnsanlara çarpmamak adına özenle hareket ettim. Kendilerinden geçtikleri için birilerine çarpmaları çok normaldi bu yüzden benim dikkat etmem gerekiyordu.
Terasa vardığımda rüzgar yüzüme vururken, içerisinin ne kadar havasız olduğunu fark etmiştim. Telefonumu arka cebime koyarak, benim gibi yoğunluktan kaçmış tek düz insanın yanına ilerledim.
Arama biraz mesafe koyup korkuluğa yaslandım. Doğrusu, manzara güzeldi. Seul'un ışıklı manzarası her zaman harikaydı ama bu manzara da ona taş çıkartırdı. Ormanlık bir alana bakıyordu. Etraftan gelen az ışık bazı çiçeklerin patlamasına neden oluyordu. Gülümsedim. Rahatlamak için ideal bir yerdi.
Yanımda bulunan kişiler gittikçe azalırken, partinin eğlenceli kısımlara geldiğini düşündüm. Biraz daha burada kalacak ve ayrılmamıza yakın bir vakitte muhtemelen çok içmiş olan arkadaşımı alıp gidecektim.
"Han Jisung, demek buradasın!" adımı bu dünyada en çok sevdiğim sesten duyduğumda arkama döndüm. Bana doğru elindeki kırmızı bardağıyla yürüdü.
Benim gibi korkuluğu yaslandı ama yüzü yüzüme dönüktü. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Minho Neden beni arıyordu bilmiyordum ama bunun düşüncesi bile ölüp ölüp dirilmeme yeterdi.
"Birkaç kişi buluştuğumuz için bulamamış olabilirsin." dedim dalga geçercesine. Güldü ve başını salladı. Daha sonra omuz silkip bardağından bir yudum aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
arcane ✧ minsung
Fanficarcane; sır, gizemli, sadece çok az kişi tarafından anlaşılır şey Jisung her zaman buna sahipti ama ona çilekli süt gönderen platoniğinden sonra işler biraz daha değişti.