Ece'nin çekmeye çalıştığı alana doğru gitmekte ayak diretiyordum. Nereye uçacağına bir türlü karar veremeyen bir kuş gibi hissediyordum kendimi. Onun çalıştığı birim benimkine uzaktı. İş günleri bir araya gelebilme imkanımız yoktu bu yüzden...
Yaklaşık bir ay sonra her haftasonu buluşmaya başladık. Ece'nin yanında olmaktan keyif alıyordum. Keyfine düşkündü ama aynı zamanda keyif veren biriydi. Ece'nin hoş sohbeti bana günlük sıkıntıları unutturuyordu.Onu daha çok tanımak istiyordum. Uzun boyunun yanı sıra kumral bir teni, kahve tonuna yakın saçları ve aşka davetiye çıkaran bakışları vardı. Tam bir kentliydi. Zengin bir aileden geldiği her halinden belli oluyordu. Giyim kuşamına çok dikkat ediyor, bir giydiğini neredeyse bir daha hiç giymiyordu. Dışa dönük, çok sosyal, gezmeyi seven biri olduğu için kültürlüydü, ayrıca bir çevresi olmalıydı.
O haftasonu, kalbimde yeni bir kıpırtıya yer açılmıştı. Uzun zamandır özlemini çektiğim bir histi bu. Ece'nin yanında mutluydum. Benden hoşlandığı besbelliydi. Bense çok emin değildim kendimden.Bana yaşadığım evi merak ettiğini söyledi. Derme çatma bir öğrenci evi olduğunu söyledimse de illa görmek istedi. Gittik. İlk tepkisi " Hımm çok sevimli" oldu. Biraz da burun kıvırarak söylemişti bunu. Ya da ben öyle hissettim.
Sıcak çikolata getirdim bize. Uzun koltukta yan yana otururken, " Hadi bana geçmişini anlat" dedi. İzmirli olduğumu. Özel bir şirkette İnsan Hakları müdürü olan babam ve ev hanımı annem olduğunu, liseyi İzmir'de okuduğumu, daha sonra İstanbul Boğaziçi Üniversitesi'ni kazanıp İstanbul'a geldiğimi anlattım. Zeynep'ten hiç söz etmeden anlattım kısaca. Bunu bilinçli olarak yapmamıştım. Hâlbuki onunla aynı mahallede yaşadığımızı, liseyi beraber okuduğumuzu ve İstanbul'u beraber kazandığımızı sonra Zeynep'in ailesinin onunla beraber geldiğini anlatabilirdim. Ama anlatmadım. Sessizce beni dinledi Ece. Beni dinlerken gözünü gözümden ayırmıyor ve giderek bana daha da yaklaşıyordu. Bir ara mahalle takımından attığım gollere kadar gelince, heyecanıma yenilip elimi tuttuğunu bile anlamamıştım. Nasıl olduğunu anlamamıştım ama eli elimdeydi. Birden sustum.
Evin sıcak ortamı buz kesti bir anda. İçime bir sıkıntı çöktü. Uzun süre gözlerime baktı konuşmadan. Sonra bana yaklaştı ve. Başını göğsüme koydu. Sol elimle yanağını okşadım. Ve o an elimin kan içinde olduğunu fark ettim. Bileğimdeki yara kanıyordu. Birden durdum , öylece kalakaldım. Ece yüzümdeki dehşet ifadesini fark etti. Yanağı kan içindeydi Ece'nin. O kan saçlarına da bulaşmıştı. Elimi hızla çektim yanağından. Elini yanağına götürdü Ece. Kana bulandı avuçları. Şaşırıp kalmıştı. Elini yanağında gezdirdi. "Kerem benim yüzüm kanıyor" dedi. Sesi titreyerek
"Kerem yüzüm kanıyor, neden söylemiyorsun?" dedi.
" Senin yüzün kanamıyor Ece. Benim bileğim kanıyor. Senin yüzüne elimden bulaştı." Elimi gösterdim. Kan içindeydi.
"Ne oldu bileğine" diye sordu.
"Bilmiyorum, bir şey olmadı. " dedim. Tabii bu yanıt onu tatmin etmedi.
" Bileğimde eski bir yara var o kanıyor."
" Ne oldu? Neden kanıyor? "
" Bilmiyorum dedim ya. Ben de şaşkınım."
" Yara eski dedin. Yeni olsa neyse... Durup dururken kanamaz ki!"
"Durup dururken değil. Sana dokundum. " dedim.
Hiçbir anlam veremedi, boş boş baktı yüzüme. Söylediğim ona o kadar saçma geldi ki, beni yadırgadı ve benden tedirgin oldu. Ben de emin değildim, içimden öyle söylemek gelmişti. Bir Aşk Yarası olduğu için ona dokunmamla yeniden açıldığını hissetmiştim. " Gel yıkayalım" dedi ama sesi titriyordu.
Birlikte banyoya gittik. Ece, alelacele yüzünü yıkadı. Sonra ben elimi ve bileğimi yıkadım. Yarama dikkatle baktı. Yaranın yerinden ve çizgilerden bir intihar teşebbüsünden kalmış olduğunu anlamış gibiydi.
"Ne yarası o" diye sordu. Banyo havlusunu bileğime sardım. Tekrardan eski yerlermize oturduk.
"Bak Ece bir yıl önce intihar teşebbüsünde bulundum. Bileğimi kestim. Alt komşum beni buldu. Hastaneye kaldırdılar. Kurtuldum. Ama uzun süre kendime gelemedim. "
"Ama neden? Senin gibi biri kendini öldürmek istesinki? "
Ona her şeyi anlatmalıydım. Zeynep'i anlattım ona. Zeynep'ten sonra hayatıma giren ilk kişinin kendisi olduğunu, geçtiğini sandığım yaranın neden kanadığını bilmediğimiz, başıma ilk defa böyle bir şey geldiğini söyledim.
"Yaşadıklarına üzüldüm Kerem. Ama şimdi bu yara bana dokunduğun için mi kanadı? Sen böyle mi düşünüyorsun? "
"Bilmiyorum, daha doğrusu emin değilim. Durup dururken kanadı desem... Neden daha önce hiç olmadı da şimdi oldu! "
Bunları duymak hoşuna gitmedi , tersine onu ürküttü. Hem benden hem yaramdan ürkmüştü. Ece hayat doluydu, hayatın sinesini hiç yememiş , hiç darbe almamış bir kızdı.
"Yanında biraz daha kalmamı istermisin " diye sordu. Kibarca müsade istiyordu.
" Hayır, teşekkür ederim. İyisi mi sen git , biraz açıl. Zaten benim de yalnız kalmaya ihtiyacım var." dedim. Hemen çantasını alıp çıktı evden.
Bir daha aramaz sanmıştım. Ama hemen hemen terk etmedi beni. Yavaş yavaş çıktı hayatımdan. Ben de gönüllü olarak müsade ettim bu gidişe.
Çok şey bırakmıştı giderken. Sosyal bir insan olmayı öğretmişti bana. Bu güzel bir alışkanlık. Bana bıraktığı en güzel armağan da bu olmuştu. Hayatın güzelliklerinin kıyısında yürürken aynı zamanda tam ortasında olmak...
Derin den Adar'ın İstanbul'a döndüğünü öğrendim. Hemen buluştuk. Kendini toparlamıştı. Çok iyi görünüyordu. Bana onsuz ne yaptığımı sordu. Bende anlattım. Yeni iş bulduğumu, Ece'yi falan hepsini anlattım. O da bana Amerika da neler yaptığını anlattı.
İstanbul'a döner dönmez kavga etmiş. Kız kardeşi Hayal ile ilgili bir durummuş.
Görkem Sayer adında biri bir yıl boyunca Hayal ile sevgili olmuş. Ama sevdiğinden değil. İntikamdan dolayı. Sayerler ile Demiroklar arasında yıllardır süregelen bir düşmanlık var diyebiliriz. Hayır hayır... O başka Sayerler. Yani bu ülkede bir tek bizim soyadımız Sayer değil.
Adar bu durumu öğrenince Amerika da adam dövdüğü yetmiyormuş gibi Türkiye'ye gelir gelmez de kavga çıkardı.
Bir iki gün önce kavgayı etmiş. Ama yaraları hâlâ apaçık bir şekilde ortadaydı. Artık nasıl kavga etmişse.
İşten fırsat buldugum sürece görüşüyorduk. Adar her gece barlarda geziyordu. Bazı geceler Beyefendiyi gidip barlardan topluyordum. Kardeşim dertliysen otur evinde iç. Değil mi ama? Gel gör ki bunu bir türlü Adar'a anlatamıyordum. Artık anlatmayı bıraktım. Çünkü gerçekten laf dinlemiyordu. Genlerinde vardı inatçılık. Zeynep gibi. O da çok inatçıydı. Bu yüzden hep onun istediği yerlere gider, onun istediği filmleri isterdik. Yani her şey onun istediği gibi olurdu. Ayrılırken de onun istediği gibi oldu. "Ayrılıyoruz. " dedi. Ve benim hiçbir şey dememe izin vermeden gitti.
______
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK YARASI (TAMAMLANDI)
RomanceAşk, hayallere tutunurken gerçeklerden düşmekmiş. Aşk, insanı kendisinden başkasıyla yakmasıymış. Aşk, kederden gülüş beklemekmiş. Aşk, insanın karşısındakini sekmesinden çok, onun vereceği acıları sevebilme cesaretiymiş... Hepsine yeterdi yüreği...