12

5K 533 102
                                    

Felix sanatı çok severdi. Hayatının her köşesinde edinmeye çalışır hatta hayatı olarak bile sayabilirdi. Kendini bildi bileli sürekli bir şeyler çizmeye veya dans etmeye çalışırdı. Diğer çocuklara kıyasla bu yoğun aşkı ailesi tarafından fark edilmiş ve önüne taş konulmadan ilerlemesine izin verilmişti. Ailesine minnettarlık her zaman duyardı bu konudan dolayı çünkü sanat uzun zamandır minik ellerinden tutuyor ve herhangi bir zor zamanında kalkmasına yardımcı oluyordu.

Felix sadece çizmekle sınırlı kalmamıştı. Dansın ruhunu ve vücudunu ele geçirmesini sağlamış, resim çizmenin yetmediği yerlerde ona sığınmıştı. Hiçbir sıralamama yapmamıştı hangisini daha çok seviyor diye ama resim çizmek ile öne çıkmayı tercih etmişti çünkü Felix'in ciddi bir özgüven eksiği vardı. Tüm bedenler güzeldir diyip eline aldığı tuval, ayna karşısına geçince düşüyordu.

Yine klasik bir gününde boyaları birbirine karıştırması gerekirken kendisi karışıyordu boyalara. Boya bulaşmış parmakları tuval üzerinde narin bir şekilde geziniyordu. Boyaların, tuvalin ve oluşacak resmin hissiyatı pembe dudaklarında güzel bir gülümseme oluşmasına neden oluyordu.

Kapısı çaldığında "Gir." diye mırıldandı ama kafasını kaldırmadı. Gelen kişi sanatından daha önemli olamazdı.

"Felix." dedi tanıdık ses kapı açıldıktan sonra. Felix dinlediğini belli eden bir mırıltı çıkarırken kahverengi ekliyordu tuvaline. Son zamanlarda her ne kadar dikkati ve resimleri bir insan tarafından dağılsa da sıradan haline yani bir diğer huzur bulduğu alan olan doğa çizimlerine dönebilmişti sonunda.

"Chan ve diğerleri gelecek, haber vereyim dedim." Felix'in gözleri büyürken parmakları durmuş ve hızlıca kafasını çevirmişti. "Neden?" Korkak ifadesine karşılık Minho gülümsedi. "Arkadaşlarım ya hani?" Felix arkadaşları olduğunun farkındaydı ama o evdeyken bu gerekli miydi? "Biliyorum ama bari dışarı çıksaydım?" Minho gözlerini devirdi. "Söylediğime pişman etme. Ona göre hazırlan sonra senin derdini çekmeliyim." Kapanan kapı ile ne yapacağını bilmiyordu. Ellerindeki boyayı pantolonuna sildi ve en iyisinin Hyunjin ile buluşmak olduğuna karar verip telefonunu eline aldı.

Pantolonu kirlenmiyordu aslında. Felix'e göre istemsizce sanat yapıyordu ve her aynanın karşısına geçtiğinde gördüğü manzara dudaklarının kıvrılmasına yol açıyordu.

Hyunjin'e hızlıca buluşalım mesajı attıktan sonra Hyunjin çok geçmeden onu alacağını söyleyen bir mesaj atmıştı. Felix sevinirken aşağıdaki kapının açılma sesini duymuştu. Tanrı aşkına, Minho neden daha erken söylememişti ki? Tahminen utangaçlıktan ölecek olması onu eğlendirecekti.

Konuşma sesleri gelince Felix dudağını dişledi. Sadece sosyal medyada değil, gerçek hayatta da bu kadar yakışıklı olduğuna emindi ama yine de içindeki dürtü kanıtlaması için odadan dışarı çıkmasını söylüyordu. Gözleri kapıyı delip aşağıya bakmak istercesine kapıdaydı.

Sadece bakacağım, ne olabilir ki?

En sonunda bacaklarına güç ve cesaret verip ayağa kalktığında bilmeden hızlandığı nefeslerini kontrol altına almaya çalışıyordu. Çok gergindi ve bu gerginliğinin sebebini anlamıyordu. Onu tanıyacak hali yoktu.

Kapısını açtıktan sonra merdivenlerin yanına ulaştı. Kör noktadaydı. O aşağıdaki insanları görürken aşağıdakiler eğer dikkatli bakarsa onu fark edebilirdi.

Salondaki koltuklara oturan Minho ve Jisung'u pas geçti ve salon girişine baktı. İlk önce salona Chan'ın hikayesinde gördüğü beyaz saçlı çocuk girdi. Ardından ondan uzun kahverengi saçlı başka bir çocuk takip etti. Diğerlerinin aksine daha kısa boylu olan bir çocuk da onların yanına ulaşınca son giren ikilinin Seungmin ile Changbin olduğunu anlamıştı. Eh, Chan'ın hesabını bulduğunda sonuna kadar incelemişti.

En son ise salonlarına siyah saçlı bir çocuk girmişti. Gördüğü tanıdık yüz ile istemsizce iç çekmişti Felix. Cidden yakışıklıydı.

Felix, Chan'ı doğru hayal ettiği için mutluydu. Siyah tişörtü, siyah pantolonu, pantolonuna taktığı zincir ve altına giydiği botlarla klişe bir kötü çocuk filmden fırlamış bir karakter gibiydi. Kaba hareketleri de sadece bunun destekçisiydi. Sanatçı kişiliğinin yanında tamamen zıt görünen bu çocuk kalbinin deli gibi hızlanmasına neden olmuştu.

Kafasıyla selam verdikten sonra koltuklardan birine oturup yayıldı. Felix'in gözlerine sağ bileğindeki bandaj takıldı. Minho'dan öğrendiği kadarıyla kaykay sürmeye bayılırdı. Dikkatli süren bir tip olmadığını da yanına not düşmüştü. Tahminen bileğindeki bandajın nedeni de yine kaykay sürerken yaşadığı bir olaydan kaynaklıydı ama bu varsayımın net olmaması Felix'in merakını engelleyemiyordu.

Kısa bir süre geçirebilmişti onu izlerken çünkü Chan'ın kaşları çatılmış ve etrafa bakmaya başlamıştı. En sonunda gözleri Felix'in olduğu yeri bulurken Felix hızlıca kendini geriye atıp duvara yaslanmıştı.

Yüzünde aptalca bir gülümseme oluştuğunda ne yapacağını bilemiyordu. Sonra aklına gelen isim ile kendini toparladı.

Hyunjin geliyordu.

Evlerinin arasında fazlasıyla mesafe yoktu. Birazdan burada olması muhtemeldi. Chan'a göründüğü anda Chan'ın onun boğazına yapışabilme olasılığı muhtemel olan diğer şeydi.

Elindeki telefonu sıkarken aşağıya inmesi gerektiğini fark etti. Arkadaşı için katlandığı şey çok fazlaydı.

Sessiz adımlarla inerken kimsenin fark etmemesini umdu. Elbette sadece umdu ama yere düşen telefonu buna izin vermedi.

Tüm bakışlar ona dönerken gergince gülümsedi. "Hey, gelmişsin!" Jisung heyecanla söylediğinde Minho "Seni rahatsız etmek istemedik odanda." diye devam ettirdi. Kafa salladı.

Ürkek bakışları ile aynı bir ceylan yavrusunu andıran Felix'i Jeongin dindirmişti bakışlarıyla. "Ben Yang Jeongin." Dindirmek mi? İşte şimdi daha çok paniklemiş ve batmış hissediyordu Felix. Eğer adının Felix olduğunu söylese Chan direkt anlayabilirdi. Kendini yanlış tanıtırsa altından kalkamazdı. Aklına gelen diğer fikir çok cazip göründü.

Bakışlarını kaçırdı ve elini ensesine koyarken "Lee Yongbok." Kapı çaldığında Hyunjin'in ilk kez doğru bir şey yaptığını fark etti. "Ben Hyunjin ile dışarı çıkıyorum." dedi hızlıca gözlerini Minho ve Jisung'da gezdirirken. Kafa salladıklarında Chan kaşlarını kaldırdı. "Hyunjin mi?" İlk kez sesini işitmişti ve Tanrı aşkına sesi bile çekiciydi.

Düşüncelerini hemen kovduktan sonra asıl durumun daha kötü olduğunu fark etti. Chan sert bakışlarını kapıya yönlendiriyordu.

Sahte bir şekilde güldü. "Ne? Kim dedi öyle bir isim? Hiç sevmem o ismi." Bakışları ona dönerken ona garip bir şekilde bakan Minho ve Jisung'a selam verdi. Hızlıca kapıyı gidip çıktığında Hyunjin'i dinlemeden koluna girdi ve sürüklemeye başladı. Her an arkadaşı ölebilirdi.

dream | chanlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin