beyaz kağıttaki siyah lekeler

588 71 89
                                    

•Yorum yapmazsanız yazar ağlıyormuş ona göre.

"Bayan Lewis, iyi misiniz?"

Karşımda oturan adama bakarken dediklerini idrak etmeye çalıştım. Sarf ettiği kelimeler kulaklarımda uğulduyordu ve ben söylenen onca tıbbi terimin arasından sadece kulağa kötü gelenleri seçebiliyordum.

"İyi olup olmadığımı sizin söylemeniz gerekmiyor mu?" diye sordum. Eğer karşımda doktor önlüğüyle oturuyorsa iyi olup olmadığımı söylemesi gereken de oydu. Ben onun gibi yıllarımı tıp okulunda geçirmemiştim söylediklerinden bir şey anlamıyordum.

"Tümör, beyninizin sol arka lobuna baskı yapıyor. Baş ağrılarınızın asıl sebebi de bu, migren bölgesiyle aynı bölgede olduğu için migrenden şüphelenilmesi olağan. Bayan Lewis maalesef tümör kötü huylu fakat erken teşhis bizim şansımız olacak. En kısa zamanda kemoterapi ve radyasyon terapisine başlamalı ve tümörü küçültmeliyiz. Eğer tümör planladığımız boyutta küçülürse basit bir ameliyatla almamız gerekecek. Fakat küçülmeme, aksine büyüme ihtimali de var bunu sizden saklayamam. Tümör büyürse unutkanlık, el titremeleri, kitap okurken ve bir şeyler yazarken kelimelerin birbirine girmesi, burnunuza sürekli yanık kokusu gelmesi gibi etkenlere yol açacaktır."

Yavaşça başımı sallarken gözlerimin dolmasını engellemeye çalıştım. Tüm bunların üzerinden nasıl geleceğimi bilmiyordum, kendime güvenmiyordum bile.

"Size bir plan hazırlayacağım. Sonrasında iletişime geçeceğiz. Geçmiş olsun."

Doktorun son sözlerinden sonra oturduğum yerden kalkarak yan sandalyemde duran çantamı ve test sonuçlarımı elime aldım.

Beynimde bir solucan yaşıyordu.
Benden besleniyor ve beni ölüme yaklaştırıyordu ama ben buna hazır değildim. Ölüme yaklaşmayı istemiyordum ondan kaçmak istiyordum. Kızlarımı zaten babasız büyütürken onları annesizlikle sınamak istemiyordum. Bunu onlara yapamazdım.

Etrafımda onlarca insanın gürültüsü vardı ama benim duyduğum tek şey uğultulu bir rüzgardı. Zayıf bedenim bu rüzgara karşı koyamayacak kadar da yorgundu.

Adımlarım sonunda otoparktaki arabamın yanında durduğunda hiç beklemeden şoför koltuğuna yerleştim ve Jeff'e bugün kafeye gelemeyeceğimi haber vererek arabayı eve sürdüm. Yalnız kalmak ve düşüncelerle birlikte tümörümün de beynimi kemirmesine izin vermek istiyordum. Yalnız kalmak ve ağlamak istiyordum.

Herhangi bir şarkı açmadım, ne Cohen ne Arctic Monkeys, ne de başka bir şarkıcının sesini duymak istemiyordum. Gözlerim, akmak isteyen gözyaşlarımı tutmaya çalışırken benim görüşümü bulanıklaştırıyordu, bir de şarkı dinleyip kendimi zihnimin içindeki uçsuz bucaksız uçuruma itemezdim.

Evin önüne geldiğimde arabadan inerek adımlarımı evime attım. Güzel bir mayıs gününde ağlanacak en güzel yer arka bahçem gibi duruyordu. Anna ve Emma'nın sürekli kavga ettiği ve basketbol oynadığı bahçemin tam ortasındaki basket potasının dibine oturarak sırtımı direğe yasladım. Ayaklarımı uzatmış, bakışlarımı masmavi gökyüzüne çevirmiştim. Hava Londra için bile fazla berrak ve aydınlıktı.

Ölüme yaklaştığımın haberini almak için güzel ve güneşli bir gündü.

Sebepsiz bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Gözlerim dolarken dudaklarımın gülmesi sinirlerimin yıprandığının en büyük ispatıydı.

Özür dilemem gereken insanlar vardı. Doğrusu, insanlar değil; özür dilemem gereken tek bir insan vardı.

Yanıma bıraktığım çantamın içinden telefonumu çıkardıktan sonra Alex'in numarasını tuşlayarak telefonu kulağıma tuttum.

favourite worst nightmare | turnerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin