Eps-21; Fairytale

902 79 19
                                    

Yarın diye bir şey yokmuşçasına
"Bir dahaki sefere" diye bir şey yokmuşçasına
Şimdi, gözlerimin önünde, sen olmadan
Herşey kapkaranlık
Bunu bir alışkanlık gibi söylüyorum
Sonuna ulaşamayacağız
Öyle olsa bile, umuyorum ki
Sen yanımda olduğun sürece iyi olacağım

Daha önceden biliyordum
Ama karşı koyamıyorum
Olamaz, olamaz, olamaz, düşüyor
Zaman geçtikçe
Daha da mahvoluyor
Olamaz, olamaz, çöküyor

Kartlardan yapılmış bir ev, ve içinde biz
Sonu görünüyor olsa bile, yıkılacak olsa bile
Kartlardan yapılmış bir ev, aptal gibiyiz
Bu kibirli bir rüya olsa bile, biraz daha böyle kal

Zaman yavaşlıyor
Lütfen biraz daha kal
Lütfen, bebeğim, sakinleş
Sadece biraz daha

Daha da riskli, daha da tehlikeli
Çok kötüyüz, kötüyüz, evet
Dayanmak, desteklemek
Çok zor, tekrardan yıkılıyo

House of Cards| BTS

Odaya girdiklerinde büyük bir sessizlik kaplamıştı. Kolları tamamen tırnak izleri ile dolu, kavruk yeni artık kabuklaşmışc kan tutan çizikler ile çevrili, o koca ve yakışıklı oğlanın minicik hâli vardı önlerinde.

Normalinde en dirayetsiz olan Jungkook ve en dayanabilir kişi Namjoon diye düşünülürken, şimdi namjoon sıkı sıkı tutuyordu duvarı.

Bilekleri yatağın her iki yanına bağlanmış adam, gözlerini açarken gördüğü manzara ile kocaman büyüyen göz bebeklerini yöneltmişti.

Yine normal zamanda, soğuk nevale gibi görülen Yoongi, duygusal gözüken Hoseok da işin gerçek yüzünü birkez daha göstermişti. Yoongi titrememek için zor dururken Hoseok sıkı sıkıya sarılmıştı ona. Seokjin ise... O tepkisizdi. Fırtına öncesi sessizlik gibi.

Jungkook... O bakmaya kıyamıyordu sanki. Hem kıyamıyor, hem de baktıkça paramparça oluyordu. Hem hasret ile kavruluyor, hem de acı ile yanıyordu.

Sonunda dudaklarını aralanmıştı birisi, ondan başkası değildi...

"H-hoseok... Se-sen ölmemişsin!"

Hoseok şaşırdı, hayır hayır ayakta kalmalıydı ancak birden buz tutmuştu bedeni. Bu sırada Jungkook, ona doğru bir adım daha attı, Taehyung'un gözü, ilk yanışı, ilk aşkı, ilk heyecanı, ilk göz yaşına kaydı. Gülümserken elini uzatmak istedi ama bileğinde ki bağladıkları plastikten kurtulamıyordu. Gözlerini Jimin'e döndürdü.

"HAY SİKEYİM! AÇ DEDİM SANA ŞUNU! NAMJOON SENİ HİÇ SALMAMALIYDI! BANA YARDIM ETMEYE GELDİM DİYORSUN BİR DE!"

Jimin diğerine döndü, işte bu şekilde manasına gelircesine omuz silkti. Uyuşturucu ona farklı bir evren yaratmıştı, orada hepsi bambaşka yaşıyordu. Taehyung'un evreninde. Jimin başta ruh eşim olarak seslendiği, küçüklüğünden beri onu en iyi hisseden, onun en iyi hissettiği can dostu, aşkın yalnızca sevgiliye duyulmayacağını öğreten kişinin nefretine dayanamıyordu. Ancak o son evreye gelmişti. Zihnini, gerçekliği yitirmişti.

"T...Taehyung... Sevgilim."

Sevgilim demek, ilk kez bu kadar zor olmuştu sanki onun için. Sevgilimi duymak da Taehyung için. Sonra sanki Taehyung... Transa geçmiş gibiydi...

Duyduğu söz... Uzun süre gözlerinin içine bakmasına Jungkook'un, ardından bayılmasına neden olmuştu.

Jimin gibi düşünüyordu Seokjin'de;

Bizim Taehyungumuz ölmüştü.

Ben, Silvain Esprit.
Okuduğunuz için müteşekkirim.
Yorumlarınızı bekliyorum ve bir şey daha paylaşmak istiyorum,

Farklı bir evrene yanlışlıkla yolculuk yapan ( paralel evren/ shifting) x, orada ki kırmızı bülten ile aranan seri katil y'nin ruh eşi olduğunu görür. Her gece bu boyuta yolculuk ederken onu kurtarmanın tek çaresi, bulunduğu gerçeklikte de onu bulup kendine aşık etmektir.

Şu an tam manası ile açıklayamadım ancak böyle bir kurgu hakkında ne düşünürsünüz ve hangi ship yakışır bu kurguya sizce?



Renaissance | VkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin