3

128 16 21
                                    

Dünyevi şartlar altında asla kararlı biri sayılmam. Mesela birinin bana ne giymesi gerektiğini sormasından nefret ederim çünkü o sabah üstümdeki sarı kazağı giymek için kura çekmek zorunda kalmışımdır. Üstelik bu sadece kıyafetle sınırlı kalmıyor. Akşam yiyeceğim şeye karar veremediğim için aç yattığım zamanları hatırlıyorum. Okuyacak iki kitap arasında kalıp sonunda hiçbirini okumadığımı. Ödev konumu o kadar uzun sürede seçerim ki bütün herkes ödevin yarısındayken ben grup arkadaşı bulamadığım için iki kişilik işi üstüme yıkarım. Bütün bu örneklerin tek ortak noktası genelde ağlayarak Mark'tan yardım istememle biter. 

Oysa dünyanın yarısının da dediği gibi içimdeki sesi dinlemeliyim çünkü beni benden daha iyi kimse bilemez. Zaten bu sefer karar vermekte zorlandığım şeyi ben bile bilmiyorum. Bunu bir örgü ipi gibi düşünün, tamam mı? Sonunu çok kolay bulabiliyorsunuz ama başlangıcı çok ama çok içte. İşte Mark bu safhada genelde benimle başını bulmaya çalışan kişi olurdu. Eğer başlangıcını beğenmezsem ve ipi eski haline getirmek istersem bileklerini bana doğru uzatırdı ben de onun bileklerine sararak eski haline getirirdim. 

İpimin sonu diyor ki Mark ve Jaemin'i bir araya getirerek kötü bir şey yapmışım. 

"Öyle mi gerçekten?" diye bağırdım odaya doğru. Dışarısı elli derece olmasına rağmen sarıldığım yorganı ayaklarımla ittirerek yastıkla kulaklarımı kapattım. Odamda cevap verebilecek bir kişi yoktu ama olası cevaplar beni korkutuyordu. Düşünmek istemiyordum ama kafamın içinde gıcırtısı durmak bitmeyen ve sürekli açılıp kapınan onlarca kapı vardı. 

Neyse ki kararsız olmanın en iyi yanı kafamı koparıp koparmama konusunda asla bir karara ulaşamamdı. Daha fazla bir şey düşünmemek için yataktan kalktığımda penceremin önüne geçtim ve tam karşımdaki pencereye baktım. Açıktı ve dikkatli dinlediğimde bilgisayardan gelen bir videonun sesini duyabiliyordum. Dizlerimin üstüne çöküp pervaza çenemi dayadığımda yaptığım en iyi şeyi yapmaya karar verdim: Mark'ı rahatsız etmeye.

"Pişt." 

Pencerelerimiz arasında çok az bir mesafe vardı bu yüzden çıkan tekerlekli sandalye sesini duyabildim. Bina U şeklindeydi ve odaları büyütebilmek için ortadaki boşluğu daraltmışlardı. Bunun sayesinde Mark cama çıktığında gözlerindeki kızarıklığı çok net görebildim. Sanırım hayatımızda başarabildiğimiz en önemli şey karşılıklı penceleri olan odalar bulabilmekti.

"Pişt." diye karşılık verdi o da benim gibi dizlerinin üzerine çöküp kollarını pervaza yasladığında.

"Ne iş?" İşaret parmağımla gözlerimi işaret ettikten sonra sordum. "Ot içmiş gibi gözüküyorsun."

Benzetmeme göz devirdi. "Çok uyuyamadım. Alıştırma yapıyorum."

Yorgun yüzüne bakarken kaşlarımı çattım. Neyin alıştırmasını yapıyor olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Aklıma çok iyi bir fikir gelmiş gibi gözlerimi büyüttüm. "Bak ne diyeceğim." dedim heyecanlı bir sesle. Etrafı kırmızı olduğu için şimdi daha parlak gözüken gözlerini üstüme diktiğinde yüzümü onun bu halinden memnun olmadığımı belirten bir şekle sokup konuştum. "Daha fazla uyuma alıştırması yapmaya ne dersin?"

Mark kısıkça güldükten sonra "Yapmazsam?" diyip tek kaşını oyunbaz bir şekilde kaldırdı. Dünyadaki bütün melatonin ilaçlarını Mark'a fırlatmak istiyordum.

"Elimde seni teyzene şikayet etme yetkisi varken bu kadar cesur olman beni çok etkiliyor." dedim gözlerimi devirirken. Mark 11 yaşında son yemek tablosunun canlandırmasını yaşattığı için teyzesi kendinde Mark'a her şeyi yapma yetkisi olduğunu iddia ediyordu. Etikliğini tartışmak istemiyordum çünkü çok iyi bir tehdit yöntemiydi.

mutlu son problemiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin