8

118 14 12
                                    

Bu dünyadaki en kötü hislerden biri sanırım anne babanızın mükemmel insanlar olmadığını anlamak. Belirli bir yaşa kadar idol olarak gördüğünüz ve hareketlerini kopyaladığınız, karakterlerinizin onlara bakarak şekillendirdiğiniz ve gerçekten ama gerçekten mükemmel olduğuna inandığınız kişilerin hata yapabildiğini, üstelik pişman olmadıklarını ya da onlara çok güvendiğiniz konularda sizi yüz üstü bırakmaları yaşayabileceğiniz en kötü hislerden biri. Size mükemmel bir aile profili çizerler ve işin en kötüsü bunun doğru olduğuna inandırırlar, sonra bir sabah uyanırsınız ve birbirlerine aşık olduğunu düşündüğünüz iki insanın arasında aslında kocaman bir dağ olduğunu görürsünüz. Kocaman bir dağ, upuzun bir boşluk, dibi görünmeyen bir çukur. Bu profili çizmek için kendilerinden koparıp durdukları parçaların aralarına dizildiğini görürsünüz. O gün annenizin gözlerinin altındaki çukurlar ya da babanızın kaşının ortasındaki kırışıklık çok daha belirgindir. Bugüne dek bundan hiç bahsetmedim çünkü sürekli kendime saklamam gereken bir şeymiş gibi gelmişti. Açıkçası korkuyordum, insanların ne düşüneceğinden. Çünkü küçük bir yanım hala onların mükemmel olduğuna inanıyordu, anladınız mı? Küçük bir yanım, hala on yaşında olan bir yanım bunun doğru olmadığını söyleyip duruyordu. Hala birbirlerine aşık iki kişinin meyvesiydim ve yemek masasında otururken hepimizin sessiz olması çok normal bir şeydi. 

Değilmiş. Bunu görürdüm, ne zaman Mark'ların evindeki masada otursak bunu hissederdim. Size babasının ne kadar başarı odaklı biri olduğunu söylemiştim, götün tekiydi ve kusura bakmayın ama bunu hak ediyor. Yine de, her şeye rağmen sevgisinden hiçbir zaman şüphe duymadım. Ailesini sevdiğini biliyordum. Onların arasında bir uçurum olmadığını görüyordum ve onlar birbirlerinden parça koparmak yerine birleşerek birbirlerini dolduruyorlardı. Çok farklı iki insan olmalarına rağmen, babası Mark'ın başarılı olmasına takık olmasına rağmen hiçbir zaman şüphe duymadım. Yemek masaları daima çok gürültülü olurdu. Bay Lee çok sıkıcı bir ofiste çok sıkıcı bir iş yapsa da her zaman anlatacak bir hikayesi vardı ve Bayan Lee onunla bu hikayeyi zaten daha önce anlattığı ve giderek yaşlandığıyla dalga geçerken gözündeki ışıltının tam tersini belli ettiğini fark ederdim. Bazen Bay Lee çok saçma şeyler söylerdi(ataçlarla alakalı çok kötü bir şaka olabilirdi bu), Bayan Lee gözünü devirse bile dudağındaki küçük gülücük daima açık verirdi. Bay Lee'nin oğlunun ve eşinin gününün nasıl geçtiğini sormadığı bir gün bile hatırlamıyorum. Bizimse bir zamanlar yemek masasında sorduğumuz tek şey tuzu uzatıp uzatılmayacağıydı.

Size bunları anlattım çünkü geride bırakmam gereken bir şey olduğunun farkındaydım. Ailem çift terapistine gitti, hem de uzunca bir süre. Bazen kötü günler olurdu ama iyi günlerin arttığının farkındaydım. Ya da hiçbir şey olmayan günler azalıyordu ve en kötüsünün bu olduğunu düşünürdüm. Boşluk beni her zaman korkutmuştur. Onlar sadece ebeveyn olmanın bu kadar zorlayacağını düşünmemiş iki insanlardı. Mükemmel değillerdi ve normal olan da buydu. Her şeyin geçtiğini düşünsem de dediğim gibi, içimdeki on yaşındaki çocuk o zamanları asla unutamıyor. Bunun böyle derin bir iz bırakacağını hiç düşünmemiştim. Sonuçta hangi çocuk on yaşında yaşadığı şeyleri hatırlardı ki? Doğrusu ben de hatırlamıyordum, benim hatırladığım şeyler hislerdi. Uzaklığı hissederdim, mutsuzluğu, huzursuzluğu. Çocuktum ve bu hisleri maskeleyemiyordum.

Son iki haftadır yaptığım en iyi şeyi yapıp yorganın içine daha da gömüldüm. Evdeydim. Ayaklarım büzülmeme rağmen tek kişilik yatağımdan dışarı taşıyordu. Dayanamamıştım. Odama gidemedim, kampüste yürürken düşünmeyi bırakamadım. Yaşadığımız her şeyi, haftalar önce çimlerin üstünde yatıp konuştuğumuz zamanları. Gördüğüm her şey hayatımı hatırlatıyordu, en azından hayatımın önceden nasıl olduğunu. Şarampolden yuvarlanırken etrafıma bakmak gibi bir histi bu, bütün her şey bu kadar yerinde ve düzgünken yuvarlanan tek kişi bendim. Bunu fark edince adımlarım otomatik olarak durağa yöneldi, oradan otogara gittim. Şarj aletimi bile almamıştım çünkü odama gidebileceğimi düşünmedim. Odama gitmek demek çok daha fazla anı demekti, odama gitmek demek pencerenin önünden geçmek demekti, odama gitmek dolabımda duran onlarca bonibona boş boş bakmak demekti. Yapamazdım işte. Kendimde o gücü görmüyordum.

mutlu son problemiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin