7

133 15 36
                                    

Mutlu Son Problemi'ni biraz araştırdım. Yaşadığım şeyden sonra buna karar vermek beni de şaşırttı çünkü bu kararı verdiğimde 7.6 şiddetinde ağlamamdan dolayı ciğerimden bir parçayı yolda tükürmüştüm. Yani yurda varıp, aa Mark bana böyle bir şeyden bahsetmişti, bu siktiğimin matematik problemi niye tam da şu an aklıma geldi ve niye tam da şu an araştırmak istiyorum deme soğukkanlılığını göstermeyi ben de beklemiyordum. Ben daha çok yurda gidip ciğerimin kalan kısmını da orada kaybetmeyi düşünmüştüm. Bu tarz bir tepki olacaktı benimki. Belki Mark açık penceremden bunun kokusunu alıp beni o halde bulduğunda biraz pişman olurdu. Ama hayır, gözlerimin ikisi de arı sokmuş gibi şişken ben odama girdim, su içmek için pencerenin önünden geçme gafletinde bulundum ve açık olan ışığı görünce aklıma bu geldi: mutlu son problemi. 

Mark bunu bana anlattığı zaman aklımda o öğlen ne yiyeceğim vardı. Tavuk ve makarna arasında gidip geliyordum ve bunun çok önemli olduğunu, hayatımın bu karara bağlı olduğunu düşünmüştüm. Baharatlı tavuk akşam bana sıkıntı çıkartabilirdi, makarna yiye yiye de hamurdan bir parçaya dönüşecektim. Tam bunları düşünürken önümüzden diş hekimliği fakültesinden Jungwoo geçti, böylece kafamdaki rüzgarın yönü yirmilik dişimin çekilmesi ve en kısa zamanda bunu da halletmem gerektiğine saptı. Çabalamıştım, tamam mı? Cidden. Ama Mark düzlem, n, doğrusal ve dışbükey diyordu. Bildiğim tek düz Jaehyun'du ve ondan bile emin değildim. Bırakın aynı şeyden bahsettiğimizden emin olayım. Sonra bunu düşündüm, Jaehyun gerçekten düz olabilir miydi? Bunu nasıl öğrenebilirdim? Asıl yirmilik dişimi kime çektirecektim? Of. Akşam yiyeceğim yemek de vardı. Şu çocuğun giydiği her şey üstüne çok yakışıyordu. Turuncu bana gider miydi acaba?

"Değil mi?"

Mark'a dönüp baktığımda bana turuncunun yakışıp yakışmayacağından bahsetmediğini anlamam birkaç saniyemi aldı. Bana sanki önünde bir dahi varmış gibi bakıyordu. O bu bakışı attığında, profesör bakışı çünkü gözlükleri de vardı, bana soru soracağından filan korkardım. Bir gerizekalı olduğumu anlamasını hiçbir zaman istememiştim. Büyük ihtimal bunu biliyordu, içten içe, ama kendime karşı bu bilgiyi erteleyip duruyordum. Mesela biz doksan yaşındayken ve buruş buruş olmuşken, çürük elma koktuğumuz için etrafımızda kendimizden başka kimse kalmamışken bana gelip "Hyuck, sen bir gerizekalıydın. Seni kendimi daha zeki hissetmek için kullandım. Bunu biliyordun değil mi?" dese alınmazdım. Muhtemelen saatte iki kilometre hızına takılı kaldığı ya da tekerlekli sandalyede tokyo drift atamayacağı için benden kaçamayacağını biliyor olurdum çünkü. Ancak genç ve çıtırken, üstelik çok hızlı koşabiliyorken ve etrafta benden çok daha iyi arkadaşlar olduğunu düşünürken onun bir de bunu düşünüp beni bu yüzden bırakmasına dayanamazdım. Yine de hiçbir zaman dinlemedim. 

"Vaay," demiştim. "Baya havalı bir şeye benziyor bu...şey, problem."

Sonra Mark bana problemlerin havalı olup olmayacağına dair bir nutuk daha çekmişti. "Kafa yoruyor, anladın mı?"

Anlamaz olur muydum canım. "Anlamaz olur muyum." diye mırıldanmıştım. 

Birkaç dakikalık atışmamızdan sonra emekleyerek yanıma geldiğinde yumurtlayacağı şeyi beklemeye başladım. "En güzel tarafı da ne biliyor musun?" Kafasını bana doğru çevirip hülyalı hülyalı bakarken cevap vermemi umursamamasına rağmen kafamı sağa sola sallamıştım. "Bu problemin iki bilim insanının evlenmesine sebep olmuş. Ester Klein ve György Szekeres. Rüya...gibi."

İnek insanların aşk anlayışının böyle bir şey olduğunu düşünmüştüm. Gerçekten o ana gidip kendimi bayılana kadar tokatlamak istiyorum. Aferin, demek istiyorum. Gel istersen şimdiki haline bir bak. Bilgisayarın başında ağlayarak arama motoruna mutlu son problemi yazıyorsun. Görünüşe göre Simpsonlar bunu bilemedi.

mutlu son problemiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin