9

155 14 18
                                    

Bildiğim iki şey vardı. Bunlardan birincisi, Mutlu Son Problemini çözecek bir zekaya sahip değildim. Tabii ki. Çözebilecek zekaya sahip olan kişiyle aram berbattı. Tabii ki, zaten bu yüzden buradaydık. İkincisiyse bir daha vize haftamda asla böyle büyük duygusal çöküş getiren saçmalıklara kalkışmamalıydım. Çünkü eğer zaten çalışmaya meyilli biri değilseniz ve odanızda bir sineğin ölmesi bile sizi o masadan kaldırıyorsa bütün organlarınızın yandığını ve beyninizin asla susmadığını düşünün. Evet. Durum tam anlamıyla bundan ibaretti ama en azından akıttığım onca gözyaşı cildime iyi gelmişti de şu an mariana çukuruna benzeyen gözaltlarım dışında pürüzsüz bir cilde sahiptim. Teşekkürler Mark. Sana aşık olma felaketinin en güzel yanı buydu sanırım.

Öbür felaketlerden biri de, güzel değildi fakat bu, ne yapacağıma karar verememekti. Sooyoung ile konuşmamızdan sonra biraz ağlamış biraz da biriktirdiğimiz dedikoduları birbirimize aktarmıştık. İnsanlar hakkında kötü konuşmak moralimi biraz yükseltince Sooyoung benimle bir dakika daha fazla geçirirse çocuklarına(çoğul eki kullandığında birazcık daha ağlamıştık) örnek bir anne olamayacağını söyleyip görüşürüz bile demeden odamdan çıktı. Yine de çıkmadan önce beni yanağımdan öptüğünü söylemem lazım. Beni seviyordu işte, ne yapabilirim ki.

Fakat dönüp dolaştığımda Sooyoung aklımı daha da karıştırmak dışında hiçbir şey yapmamıştı. Pekala, elimizdekilere bakalım. İlk olarak başlangıcını bilmediğim bir süredir Mark'a karşı hislerim, tamam, yoğun hislerim vardı. Arkadaşlığımız bozulmasın bu habis düşünceyi kafamda çok uzak bir kapının ardına kilitledim. Kronolojik olarak, kavgamız esnasında ve onun sonrasında çoğunlukla ben içimdeki öfkeyi, siniri, mutsuzluğu etrafımdaki herkese kustum, özellikle de Mark'a. Sonra Mark gelip önümde Şekspiryan bir performans sergiledi, ne dramatik çocuk ama. Kalbim binlerce parçaya bölündüğü anlarda kapalı kapılarımın hepsi teker teker açıldı, tilkilerimin hepsinin kuyruğu birbirine dolandı. Yere çöküp bunların gerçek olmaması için tanrıya yalvardığımı hatırlıyordum. Sonra... sonra Mark önümde eğilip bana bensiz yapabileceğini de söylemişti. Yaşanan onca şey içerisinde kalbimi en çok kıran buydu diye düşünüyordum. Ama doğruydu ve aynı zamanda bunu yapabildiği için onla gurur duymakla onu kıskanmak gibi duygular arasında gidip geliyordum çünkü olması gereken buydu. Olması gereken Mark ben olmasam bile Mark'tı, dünyanın en güzel gülen çocuğuydu, gözlerinde galaksiler taşıyan biriydi, biraz ucubeydi, aşırı kötü bir beslenme alışkanlığı vardı, limonlu dondurma severdi ve bensiz yapabilirdi. Bensiz olmanın onu kahredeceğini söylese de özgür hissedeceğini de söylemişti ve bu özgürlüğün ona yeni bir güç verdiğini gözlerimle görmüştüm. Tabii ki o an bunları düşünemedim çünkü berbat hissetmekle meşguldüm. Yanlış anlamayın, Mark'ı bu konularda haklı bulmam yaptığım şeyleri yine yapmayacağım anlamına gelmiyor. Ertesi gün yine gidip Mark'ın yüzüne onları söylerdim, yine onun korkak olduğunu iddia ederdim. Kendimce haklıydım, nedenlerim vardı. Fakat Mark biz birbirimizi sevmeyi seçtik, demişti. Bunu biz seçtik. Ve bu, o kadar çabuk silip atabileceğim bir şey olmamalıydı değil mi?

Cevabını içten içe biliyordum. Ama bilmek o kadar da harika bir şey değildi sanırım. Harika olan şey ne yapacağını bilmekti ve ben bunu bilmiyordum yine de bir yerden başlamalıydım. Bu yüzden annemi mafyalara bulaşmadığıma, okuldan atılmadığıma, keşiş olmayacağıma(buna bir tık üzüldüğünü söyleyebilirim), uyuşturucu kullanmadığıma inandırdıktan sonra birkaç gün daha evde kaldım. Bu bana iyi geldi, ailemle beraber olmak. Onların bu mutlu halini görmek, birbirlerini anladığını bilmek. Bana umut verdi. Tabii bir de yemekler vardı. Sonunda doğru düzgün beslenebilmek ve beynimi çalıştıracak yeterli gıda takviyesi almak düşüncelerimi düzenlememe yardım ettı. Bir de, yemek masası. Güzeldi. Sessiz değildi, saatlerce oturduk ve konuştuk.

mutlu son problemiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin