eleven

590 90 52
                                    

taeyong büyük evin önünde durduğunda derin bir nefes aldı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


taeyong büyük evin önünde durduğunda derin bir nefes aldı. jaehyun'un öğünlerini aksattığını gördüğü için ona yemek teklifi sunmuştu. sıkıca elinde tuttuğu sepeti gevşetti. küçükken jaehyun pirinç keki yemek için neredeyse her gün kasabanın sonundaki kek dükkanına giderdi. taeyong bunu bildiği için kendi elleriyle jaehyun'a pirinç keki yapmıştı.

zili çaldığında kapı birkaç saniye sonra açıldı. taeyong yavaşça içeri girerken evin büyüklüğüne şaşırıyordu, hayatında böylesine büyük bir ev hiç görmemişti.

jaehyun beyaz tişörtüyle merdivenlerden inerken taeyong'a gülümsedi.

"hoş geldin."

"bu koskoca evde tek başına mısın?"

kahverengi saçlı olan sanki hâlâ yedi yaşındaymış gibi dudak büzdü.

"sen geldin ya işte, seninleyim."

taeyong yavaşça yutkundu ve elini pembe saçlarına götürdü.

jaehyun'un gözleri taeyong'un elindeki sepete takıldı.

"o elindeki ne?"

"şey, pirinç keki."

jaehyun gamzeleriyle birlikte gülümsedi.

"gerçekten mi? hâlâ pirinç keki sevdiğimi hatırlıyorsun! yoksa benim için mi yaptın?"

taeyong telaşlı bir şekilde elini ensesine götürdü.

"hayır, gelirken aldım."

ikili merdivenlerden yukarı çıkarken kahverengi saçlı olan, pembe saçlının yalan söylediğini iddia ediyordu. iki dakikalık küçük bir kavgadan sonra jaehyun odanın kapısını açtı.

taeyong etrafa göz gezdirdi. her şey sade ve düzenliydi, beyaz masanın üstündeki paletler sıralı bir şekilde dizilmişti.

pembe saçlı çocuğun gözleri kitaplıktaki küçük radyoya takıldı.

"hey, bu çalışıyor mu?"

jaehyun radyoyu eline alarak çalışıp çalışmadığını test etti.

"bu büyükbabamındı, 70'lerden kalma. açıkçası bu zamana kadar hiç kullanmadım."

radyodan cızırtı sesi gelirken taeyong gülümseyerek jaehyun'a yaklaştı.

kahverengi saçlı olan iç çekerek pembe saçlı olanın güzelliğine baktı.

dünyadaki bütün çiçekleri kıskandıracak bir güzelliği vardı.

jaehyun kasabadan gittikten sonra şehirdeki çocuklara çilek reçelini yapmayı bilip bilmediklerini sormayı alışkanlık haline getirmişti. eğer biliyorlarsa gerçekten zenginler demekti ama kimse soruyu ciddiye almıyordu.

hiç kimsenin taeyong gibi olamayacağını o zaman fark etmişti.

her yaz gizlice kasabaya gelip taeyong'u izliyordu. o kadar yolu sadece pembe saçlının gülüşünü izlemek için gittiğini kimse bilmiyordu.

taeyong'a yıllarca duyduğu şefkat hiçbir şeyle kıyaslanamazdı. sevginin ötesinde bir şeydi bu; sanki gökyüzündeki bütün yıldızlar taeyong'un kalbinde, jaehyun'un kalbini aydınlatmak için toplanmıştı.

taeyong ise jaehyun kasabadan gittiğinden beri papatya şarkısını söylüyordu kendine.

üzgün olduğunda; mutlu olduğunda, her duygusunda dudaklarından hep o şarkı dökülüyordu.

ikili radyoda çalan şarkıyla heyecanlanıp birbirlerine baktı.

"bu şarkıyı hatırlıyor musun?"

kahverengi saçlı olan en içten gülümsemesiyle başını olumlu anlamda sallayıp mırıldandı.

"sana o gün söylediğim papatya şarkısı."

taeyong'a elini uzattı.

"dans edelim mi?"

taeyong gülümseyip jaehyun'un elini tuttuğunda kalp atışlarının ritmini dinledi.

jaehyun bir eliyle taeyong'un elini tutarken diğer eliyle ince belini sarıyordu.

koyu kahve gözler birbiriyle buluştuğunda ikili için dünya durmuştu, birbirlerine değen bedenleri dışında hiçbir şey hareket etmiyordu.

jaehyun'un gözleri yavaşça taeyong'un çileği andıran pembe dudaklarına kayınca taeyong yavaşça gözlerini kapattı.

nefesleri birbirlerine karışırken pembe saçlı olan sessizce mırıldandı.

"jaehyun, seni özledim."

elini jaehyun'un kalbinin üzerine koydu.

ve jaehyun hiç düşünmeden dudaklarını çilek dudaklarla buluşturdu.

strawberry jam : jaeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin