3- Her Şey Üst Üste

498 95 18
                                    

Yavaş yavaş uykumdan uyanırken saatin kaç olduğunu merak ediyordum. Ama gözlerimi açıp da telefonun o parlak ekranına bakmak istemiyordum.

Bir süre bekledim kendime gelmek için. Sonra yastığımın altındaki telefonumu çıkarıp kısık gözlerle saate baktım.

05.23

Beş mi?

Nasıl ya? Bu saatte nasıl uyandım?

Derken dışarıdan gelen ani gök gürültüsüyle yerimden sıçradım. Telefonu neredeyse düşürecektim ama elimde tutmayı başarıp yastığın altına tekrar koydum.

Yorganın altında hızla çarpan kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Çok korkmuştum.

Mahallede uyuyan birini bırakmamıştır ki. Demek beni uyandıran da buydu.

Yorganın altında terleyince kafamı çıkarıp serin havayı içime çektim. Dışarıda çakan şimşekler duvara yansıyordu. Ardından korkunç bir gürültü peyda oluyordu.

Zar zor yerimden doğruldum. Boğazım kurumuştu. Mutfağa gidip bir bardak su doldurdum kendime. İçerken boş olduğunu bağıra bağıra söyleyen midem için sussun diye dolaptan çıkardığım birkaç kahvaltılığı masaya koyup atıştırmaya başladım.

Elimde bir dilim ekmekle cama doğru yaklaşıp dışarıyı seyrederken gözüme takılan şeyle hızla dışarı çıktım.

Ben bisikletimi dışarıda bırakmıştım. Ve gördüğüm kadarıyla da durumu hiç iyi değildi.

Kapıyı açıp alel acel dışarı çıktım.

Karşı kaldırımdaki çöp konteynerının yanına kadar sürüklenmişti.

Topuğuna basarak giydiğim ayakkabımın ayağımdan çıkması an meselesiydi. Ama buna rağmen su birikintilerine basarak yürümeyi sürdürüyordum.

Bisikletimin yanına gidince eğilip bir şeyi var mı diye baktım. Hala sapasağlam durduğunu görünce sevinip ayağa kalktım. Bisikleti de yerden kaldırıp eve doğru ilerlemeye başladım. Bu sefer onu dışarıda bırakmayacaktım.

Tam binanın önüne gelince sevincim kursağımda kaldı.

Kapı kapalıydı!

Ellerimi hızla ceplerimde gezdirdim.
Anahtarı evde unutmuştum!

Ne yapacaktım ben şimdi?

Endişeyle etrafımda turlarken bir çilingir çağırmanın iyi olacağını düşündüm. Evet bu mantıklıydı.

Telefonumu almak üzere elimi cebime attığım sırada gözlerim hayretle açıldı.

Şaşkın bakışlarımla beraber aklıma yastığımın altındaki telefonum geldi.

Ne yani? Telefonumu da mı unutmuştum!?

Asıl şimdi hapı yutmuştum.

Gökyüzünü aydınlatan şimşekler, kulaklarımı dolduran korkunç gök gürültüsü ve yağmurda ıslanan kıyafetlerim.

Nereye gidecektim ben şimdi?

Yağmur iyice şiddetini arttırmaya başladığında aklıma gelen en iyi fikir parka gitmekti. En azından yağmur dinene kadar ve kıyafetlerim daha fazla ıslanmadan orada bekleyebilirdim. Bisikletimi binanın önünde güvenli bir yere koydum.

Bu arada aklıma gelen küçük bir umutla olduğum yerde durdum ve herkesin ziline bastım.

Ama yok. Kimse cevap vermiyordu. Tabi bu saatte kim uyanıktır ki?

Arkamı döndüm ve hızlı adımlarla parka doğru ilerlemeye başladım.

Yürürken bir ara neredeyse düşecektim. Bağlamadığım ayakkabı bağcıklarıma sert bir bakış attıktan sonra kafamı kaldırdım.

Ve kafamı kaldırmamla beraber bir şeye çarpmam bir oldu. Daha doğrusu birine.

Sokak lambası karşımdaki kişinin yüzünün yarısını aydınlatıyordu. Ve bu da kim olduğunu anlamama yetmişti.

Yüzüne çarpan ışık yüzünden kısık gözlerle inceledi yüzümü.

"Bu saatte ne işin var dışarıda?"

Dedi. Gerçekten, yüzünde hiçbir ifade yoktu.

Şimdi 'sanane' derdim ama ne yazık ki içinde bulunduğum durum yüzünden sadece

"Şey..., anahtarımı evde unuttuğum için dışarıda kaldım ve..."

Diye saçmaladığım sözcükler döküldü dudaklarımdan.

Yüzünde hafif bir şaşırma ifadesi görür gibi oldum ama sonra geri düzeldi. Yüzüme dik dik bakarak

"Telefonunu da unutmuşsundur sen şimdi."

Dedi.

Şaşkın şaşkın başımı salladım.

Birkaç saniyelik düşünceli bakışlarının ardından cebinden karanlıkta göremediğim bir şey çıkardı ve bana uzattı.

Yüzüme yapışan ıslak saçlarımı kulağımın arkasına ittim ve uzattığı şeyi aldım.

Elimde yansıyan ışık sayesinde bunun bir telefon olduğunu anladım. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde

"Hadi, fazla vaktim yok."

Dedi umursamaz bir tavırla.

Başımı salladım ve telefonu açtım. Telefonu tekrar ona çevirip kilidi açmasını bekledikten sonra acil aramalara girip artık ezberlemiş olduğum çilingirin numarasını tuşladım.

Kısa bir konuşmanın ardından çilingire ev adresimi de verdikten sonra telefonu kapattım ve yüzümdeki küçük tebessümümle beraber ona uzattım.

O da aldı ve tekrardan cebine yerleştirdi. Tam arkasını dönmüş gidecekken

"Şey, bu arada bugün sana sert davrandığım için üzgünüm."

Dedim. Bu iyiliğine karşılık en azından bunu yapmalıydım.

Tekrardan bana döndü ve yine yüzüne çarpan ışık yüzünden kısık gözlerle başını sallayıp gitti.

Başımı eğip yanlışlıkla ezip kirlettiğim, yağmurda çamurlaşmış bağcıklarıma baktım. Sonra çağırdığım çilingiri hatırlayıp eve doğru yürümeye başladım.

Sokağın sonuna gelince evimin önünde beni bekleyen çilingiri gördüm.

Zaten kirleneceği kadar kirlenmiş olan ayakkabılarımı umursamadan su birikintilerine basarak eve doğru koştum.

"Deniz Hanım siz misiniz?"

Köşeye sakladığım bisikleti çıkarırken

"Evet benim."

Dedim.

5-10 dakika sonrasında açılan kapıyla beraber hızla eve girdim ve cüzdanımı alıp tekrar aşağı indim. Adama parasını ödeyip merdivenlere yöneldim.

Neyseki arasına sıkışan ayakkabım sayesinde evimin kapısı açık kalmıştı. Allahtan hırsız falan girmemişti.

Eve girip kapıyı kapattım.

Derin bir nefes vererek günün yorgunluğunu üzerimden atmaya çalıştım. Az önce olanlar hala kafamın içinde dolanıp duruyordu.

Düşündükçe daha fazla başım ağrıyordu. Gözlerimdeki ağırlığı tarif bile edemem doğrusu.

Sanırım biraz daha dinlensem iyi olacaktı.

Odama girip kendimi soğuk nevresimin üzerine bıraktım. Biraz daha uyumak istiyordum.

Sadece biraz daha...

Selamm bölüm sonuna vardınız. Umarım okurken keyif almışsınızdır. Diğer bölümde görüşmek üzere...

Sevgiyle kalın 💖

GÖKTAŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin