Çok uzun bir bölüm oldu, vaktiniz varken okuyun çiçeklerim. Bir de bölüm sonu notunu okumayı unutmayın✨
Hatalarım varsa affola. İyi okumalar!
[Ludwing Van Beethoven - Moonlight Sonata]
•••
Bir kış gibi geçmişti on sekiz yılımın her günü, arada karlarım erimeye yüz tutsa bile asla bahar yüzü görmeye fırsatım olmamış, uçsuz bucaksız göğümde kara bulutların yerini asla bir güz kuşu almamıştı. Sevilmemenin, güvenmemenin, korkunun bir yansımasıydı bu dinmeyen sonsuz kış; oysa sözcüklerde basit kalan bu duygunun yükü bir tek yaşayana ağır gelir, bir tek onu soldururdu çiçekler gibi. Bilir miydi insanlar, annenin babanın gözlerine baktığında sevgi kırıntısını dahi bulamamanın verdiği acıyı; bilir miydiniz, en yakın dostunuza bile güvenmemenin sancısını; siz hiç, hayatınız boyunca verdiğiniz nefesin bile kusurlu olduğunu bilmenin yarasıyla yaşamayı bilir miydiniz?
Kendine yalan söylemek, dostuna yalan söylemek, kendi içinde kendini öldürmek... Hem de günlerce, aylarca, mevsimlerce bunu sürekli yapmak. Bu yüzdendi işte, bu yüzden güvenmiyordum, beni sevenlerin bile sevgisine şüpheyle yaklaşıyor, bu şüphenin usul usul güvensizliğe evrilmesini seyrediyordum. Sonuçta, küçük Taehyung'un aklında yazan tek şey buydu; ailem bile sevmemişti beni, başkası nasıl severdi ki? Bir de üzerine tüm ruhumu adadığım Yoongi, biricik can sızım, beni terk ettiğinde bu düşünce iyice kazınmıştı zihnime, artık onu oradan kolay kolay silemezdim.
Bu yüzden dün Jeongguk'a tek kelime edememiştim işte, dudaklarımız ayrılır ayrılmaz benim bu şaşkın halimden faydalanarak bedenimi kucaklamış, apar topar Yoongi'nin odasına gelerek konuşmama bile izin vermeden yatırmıştı beni. Hoş, zaten konuşamamıştım, beynim hâlâ çatıda ne yaşadığımızı analiz ederken Jeongguk çoktan ikimizi de pijamalarla süsleyip kalın yorganın altına sokmuştu. "Konuşmak zorunda değilsin." demişti kafamı göğsüne yaslarken, elleri kaçıp gitmemden korkar gibi belimi sıkı sıkı sararken eklemişti. "Sadece uyu güzelim." Bağırmak istiyordum, yüzüne karşı kalkıp beni niçin öptüğünü, bunun ne anlama geldiğini sormak istiyordum; lakin hiçbirini yapamadım, bir put misali kollarının arasında sabah kadar düzenli kalp atışlarını dinleyerek kendimi bitirdim.
Sadece bir buçuk saat dinlenen beynim bir kez daha gözlerini açtığında aklım daha berraktı; bu sebeple Jeongguk'un sıcaklığıyla kavrulan bedenimi heyecanın kesif alevi yaktığında utanç yavaş yavaş yanaklarıma tırmanmıştı. Ben de kaçmıştım işte apar topar yanından, titreye titreye mutfağa inerek utangaçlığıma kılıf dikmek adına hayatımda ilk defa kahvaltı hazırlamaya başlamıştım.
Yaklaşık bir on dakika kahvaltıda yediklerimi tartarak neler yapabileceğimi düşündükten sonra hızlı bir şekilde derin bir tencere bulup, ocağı yakarak beklemeye başladım. "Şimdi su ısıtmam gerek sanırım." Dolapların en altında kalmış hazır ramen poşetlerinin birinin arkasındaki hazırlanış metnine tekrar bakıp derin bir iç çektim, öncelikle ketılda su ısıtmam gerektiği yazıyordu. Kafamı tüm bu beni yiyip bitiren düşüncelerden uzak tutarak çokça kez yediğim ancak hiç yapmadığım bu yemeği adım adım uyguladım. Böylelikle suyu ısıtmış ve kuru ramenle birlikte tencereye koyarak kapağı usulca kapatmıştım.
"Sakın düşünme Taehyung," dedim ufak bir sitemle, dirseklerimi tezgaha dayayarak ellerimle yanaklarımı kavrayıp tencerede pişen ramenleri izledim. "Eğer düşünürsen, asla bundan kurtulumazsın." İzledim bir müddet, kulağımda kaynayan suyun sesi yankılanırken gözlerim ramenlerin yavaş yavaş dağılışını seyrediyor, kendi kendime beynimi meşgul edecek uğraşlar buluyordum. Tüm algılarım kapalı halde, kalçamı hafifçe yukarı kaldırarak belimi büktüm; içimden sürekli okuduğum kitapların isimlerini ve yazarlarını saymaya çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Minus | Taekook
Fiksi Penggemar❝Park Jimin güzeldi ama Kim Taehyung o kadar güzel değildi.❞