özel bölüm: ❝ yaralarıma yıldızlar çizdin ❞

1.2K 130 295
                                    

Mutluluk, muhtemelen dünya var olduğundan beri üzerinde en çok düşünülen; hakkında konuşulan, şarkılar, şiirler yazılan, filmlere konu olan şeylerden biridir. İşin aslı, ben şu yaşıma kadar hep mutsuzluklarım hakkında daha fazla düşündüm, mutluluklarım ise içinde bulunduğum küçük anlara bağlı olan, zamanla unutulan, sönüp giden bir şeydi. Hep böyle değil midir? Üzüldüğümüz anlar, mutlu olduğumuz anlardan daha derin tesirler bırakır hayatımızda.

Lisede bir edebiyat öğretmenim bana "Ne için yaşıyorsun?" diye sormuştu günün birinde. "Mutlu olmak için." diye yanıtlamıştım onu. Üzerinde düşünülmemiş bir cevaptı, öylesine söylenmişti. Daha 15 yaşındaydım ve ne için yaşadığımı bilmiyordum, tıpkı mutluluğun da tam olarak ne olduğunu bilmediğim gibi. Çocukluğumda bisiklet sürmek mutluluktu, yokuş aşağı koşmak, erik çalmak, babaannemin reçelli ekmeklerini yerken bahçede dolanmak, çamurla oynamak, kasabaya gelen tatilcilerin güzel, lüks arabalarını izlemek, geceleri anne ve babamın arasında uyurken babamın horultusuna kıkırdayıp gece lambasının mavi ışığında gölgeleri farklı farklı şeylere benzetmek mutluluktu. Büyüdüğümde ise neye benzediğini unutmak üzereydim, ta ki Dejun'a adamakıllı aşık olduğumu hissedene kadar. Dört sene evvelki, göz açıp bitinceye kadar geçen o yaz, bütün hatlarıyla, içinde gizlediği her şeyle mutluluğun tanımı olmuştu benim için. Hâlbuki ben yazlardan nefret ederdim eskiden.

Bir keresinde, bundan yaklaşık 5 ay öncesinde neredeyse boğulmak üzereydim. Uçsuz bucaksız, fırtınalı, ziyadesiyle koyu bir denizin, devasa dalgaların ve gök gürültülerinin arasında tutanacak hiçbir şeyim olmadan savruluyor, tuzlu suyun genzimi yakmasına izin veriyordum. Kasabada kendimi kaybettiğim, sonra bulduğum, sonra defalarca yeniden kaybettiğim o tatsız, yakıcı günlerin, anne babamın uzaklığının ve eski, soğuk evin içerisindeki mutsuzluğumun sonunda, bir haziran sabahı beni yutmak üzere olan koca dalgaların arasından Dejun tarafından çekip çıkarıldım.

O gün Dejun bana öyle bir gelmişti ki, içimdeki bataklığa yarıdan fazlası gömülü olan Hendery, derin, o bataklıktan daha da derin bir nefes almıştı yıllar sonra. O gün Dejun öyle bir gelmişti ki, sanki dört nala birbirimizi sevmemişiz gibi yeniden aşık olmuştum; öyle bir gelmişti ki bu kez beraber gitmiştik.

Aslında her şeyin çok ani geliştiğini bilmelisiniz. Henüz ne olduğunu kavrayamıyorken Dejun ile beraber şehre doğru yola çıkan sıcak bir otobüsün koltuğunda bulmuştum kendimi. Sahiden de gelmişti ve sahiden de gidiyorduk, söz verdiğimiz gibi.

Gidiş yolunda öylece suspus oturduk yan yana. Zihnim allak bullaktı, düşünüyordum, aklımda binlerce soru birikiyordu ama yalnızca sol tarafımdaki cama dönmüş, gözlerimi otoyoldan, araçlardan, güneşin altında yaprakları salınan ağaçlardan, ufuktaki denizden ayırmıyordum. Her ikimiz de biliyorduk ki, konuşmaya ihtiyacımız olduğu kadar birlikte susmaya da ihtiyacımız vardı. Üstelik öylesine yorgundum ki, sanki dört senenin acısı bir anda çıkmıştı.

Dejun ben ne yaparsam ona ayak uyduruyordu. Konuşmasını istesem konuşurdu ancak sessizce beni bekliyordu. Hiçbir şey demeden, yalnızca gözlerime bakarak, ben bakışlarımı dışarıya çevirmişken camdan gördüğüm yansımasında gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmayarak, birbirine değen dizlerimizi sarsıntılarda dahi benden bir milim uzaklaştırmayarak çok fazla şey anlatıyordu.

Yolumuzun bitmesine az bir zaman kala, tuhaf bir heyecanın da beni sardığını hissetmiştim. Hiç tanımadığım, tamamen yabancı, yepyeni bir yere gidiyordum ki ben, ömrümde kasabadan dışarıya adım atmamıştım. Yine de bunları bile düşünmek istemedim, özlediğim sevgili okurum. Beynimdeki seslerin bir kapatma düğmesi olmasını istiyordum, sadece ama sadece mutlu olmak istiyordum artık; Dejun'a kavuşmanın tadını çıkarmak, onu yeniden görmenin verdiği huzurun esiri olmak istiyordum. Nitekim saatler geçtikçe öyle de oldu. Zira Dejun geldiğimizi söyleyip yavaşça beni uyandırırken başım omzundaydı, uykulu yüzümde gezinen bakışları sanki her an kırılabilecek porselenden bir bebekmişim gibi ihtiyatla gölgelenmişti.

cenazede gülenler ve yeşil atkı örenler, xiaoderyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin