Dejun'un evimizin bahçesindeki kalabalık aile sofrasında oturduğu, benimse incir ağacının altında onu izlediğim o akşamın kalanını, kimsenin mutluluğumu bozmasına izin vermeyerek ve yerimden hiç kıpırdamayarak geçirebileceğimi sanıyordum. Ama babam benim huzurlu hâlimi yıkmak istermiş gibi, cebinden çıkardığı parayı bana doğru uzatarak "Hadi çocuklara da kendinize de dondurma alın," dediğinde suratım asıldı. Duyduklarımdan benim aksime oldukça mutlu olan çocuklar telaşla başıma toplanmış, şimdiden hangi çeşit dondurmayı yemek istediklerine karar vermeye çalışıyordu.
Parayı alıp cebime sıkıştırırken amcamın Dejun'a "Sen de git," dediğini işittim. Dejun ağır hareketlerle masadan kalkıp birkaç adım gerimde durdu. Ben de sanki bu farkındalığın heyecanını yaşamıyormuşum gibi rahat bir tavır takınarak çocukları önüme katıp bahçe kapısından dışarı çıktım.
Yangyang yerde bulduğu bir dal parçasını eline almış, arada sırada havada sallayarak diğerlerine onların çobanı olduğunu söylüyordu yüksek sesiyle. Ben de onlara göz kulak oluyormuş gibi gözükerek biraz geriden yavaş adımlarla yürüyordum fakat aklım arkamdaki Dejun'la meşguldü. Öyle ki aniden hızlanıp hemen yanı başıma geldiğini ve sonrasında benim adımlarıma ayak uydurduğunu bile geç fark ettim.
En önemli nokta işte tam olarak burası sevgili okur: Dejun yanımda, benimle birlikte yürüyordu. Omuzlarımızın ve sallanan ellerimizin arasında birkaç santimcik boşluk vardı ve ben o boşlukta kayboluyordum. Dünyanın merkezi sağ tarafımdaydı. Bize dışarıdan bakan bir çift göz için oldukça sıradan görünen bu an, benim için mucizeviydi. Sanki zaman tam orada, bizim küçük kasabamızda, evimizden bakkala giden yokuşun ortasında düğüm olmuştu da ben Dejun'la beraber o düğümün üzerinde yürüyordum.
"Hâlâ bize çocuk muamelesi yapıyorlar," dedi Dejun. Sesinde mızmızlık yapan bir çocuğun öfkesi gizli gibiydi oysa. "Sen memnun musun bundan?"
"En azından dondurma alacağız," dedim. Umursamıyormuş rolümün hakkını vermeye çalışıyordum ama kalbim ağzımda atıyordu.
Cevabımı beğenmemiş ve yanımda yürümeyi daha fazla gerekli bulmamış olacak, adımlarını tekrar hızlandırarak çocukların arasına gitti. Ben de düşmüş omuzlarımla yaz akşamı canlılığıyla uzanan sokakta ilerlemeye devam ettim.
Karşımızdan köpeğini gezdiren bir turist geliyordu. Çocuklar dilini dışarı sarkıtmış, boynunda kırmızı tasmasıyla bizi görünce kulaklarını diken köpek hakkında bağıra çağıra yorum yaptılar. Sol tarafımızda kalan kumsalda küçük bir liseli grubunun kumlara oturduğunu ve içlerinden uzun saçlı bir çocuğun elindeki gitarı amatörce çalmaya çalıştığını gördüm.
Sonra yine etrafımdaki bütün bu alemden sıyrıldım ve gözlerim her zamanki odak noktasına geri döndü. Yol boyu Dejun'un sırtını, mavi gömleğini, gömleğinin kıvrılmış kollarını, yakasını, ensesinde biraz uzamış olan saçlarını, bıkkınca salladığı ellerini ve çocuklara uydurmak için uğraşmadığı adımlarını seyrettim.
Bakkal dükkanına vardığımızda çocuklar koşa koşa gittiği dondurma dolabının başında yaklaşık on dakikalık bir karar verememe (Ben pembe olandan istiyorum!), (Hendery ağabey, iki tane alabilir miyim?) faslının ardından uzlaştılar. Parayı ödeyeceğim sırada Dejun'un kollarını kavuşturup köşede öylece beklediğini gördüm.
"Sen almayacak mısın?" diye sordum.
"Ben sadece Kör Amca'dan dondurma yerim," diye cevap verdi. Önünde bağladığı kolları ve hafifçe çattığı kaşlarıyla kızgın davranmaya çalışan biri gibi görünüyordu ve bu hâli benim gülümsemek istememe sebep olmaktan başka bir işe yaramıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cenazede gülenler ve yeşil atkı örenler, xiaodery
FanfictionBeni adım adım kendine yaklaştırdığı her andan, hepsinin sıcak yaz günlerinde olmasından, her nedense yazları birbirimizi daha çok görmemizden nefret ettim. Üstelik bilmelisiniz sevgili okur, ben yazdan her zaman nefret ettim. 🐝dejun+hendery 270720