bölüm 7: ❝ yeşil hırka, yeşil atkı ❞

864 145 121
                                    

Dejun kasabadan ayrıldıktan sonraki ilk hafta, aniden ortadan kaybolan varlığıyla (daha doğrusu yokluğu) nasıl başa çıkacağımı bilemedim. Her şey; bütün yaşadıklarımız, hatıralarımız, iki aya sığdırdığımız her an, sanki Dejun ile beraber o beyaz arabanın ardında bıraktığı toza karışıp gitmiş gibi korkunç bir hisse kapıldım. Onunla artık Karınca Tepesi'nde buluşmayacak oluşumuz, kasabayı dolanmayacağımız, sahilde oturmayacağımız, iskelenin altında uzanan yarı karanlık denize belimize kadar girip birbirimize gizli öpücükler vermeyeceğimiz gerçeği kalbimi koca bir taşın altında suyunu çıkarırcasına eziyordu.

Marangoz dükkanında çalıştığım vakitlerde bir alışkanlık hâline getirdiğim ikide bir başımı camdan dışarı uzatıp karşıdaki dondurmacıya bakarak Dejun'un gelip gelmediğini kontrol etmeyi ilk günlerde hâlâ sürdürmüştüm. Ama her seferinde dondurmacının önünde farklı simalar, bisikletli küçük çocuklar, yorgun anneler ve yılın son dondurmasını yiyen gençler arasında Dejun'u andıran tek bir gölge dahi göremeyişim, bana artık yokluğunu kabul etmem gerektiğini açıkça gösteriyordu. Zaten o ilk haftanın sonunda Kör Amca yavaş yavaş dondurma çeşitlerini azaltıp büyük cam kapaklı dolabı büfenin önünden kaldırmaya hazırlanınca pencereden dışarıyı gözleyişlerim daha da anlamsızlaştı.

İlk günlerde Dejun'un yokluğunu kendime kabul ettirmeye çalışmam kendi içimde beni öyle bir yıkıma sürükledi ki, kendimi en başından beri hazırlamış olsam dahi, bu ayrılığın acısıyla kolay mücadele edemedim. Elim kolum bağlanmış, kalbimin ve ruhumun büyük bir parçası Dejun'un valizlerinin arasına karışıp onunla beraber gitmiş gibi hissediyordum. Bu his burnumun direğini sızlatan güçlü bir soğuk hava dalgası gibi içime yayıldıkça yayıldı. Ve şöyle düşündüm sevgili okur: Muhtemelen içinde ilk defa bulunduğum bu canımdan çok sevdiğimden ayrı kalma hissiyle, birini bütün dakikaları sayacak kadar özleme gerçeğiyle nasıl baş edeceğimi bilemediğimden ve Dejun'u iki ay boyunca her gün görüyorken birden apar topar gitmesinin bünyemde sarsıcı bir boşluk bırakmasından dolayı, bu durumu kendimce abartıyordum. Bu nedenle de sakin karşılamam gereken bu geçici ayrılığı, kendi yersiz endişelerime, aklımdan geçen binbir türlü düşüncelere kurban ederek onu dayanılmaz bir hâle getiriyordum.

Geceleri uyumak, sabahları da uyanmak istemiyordum. Nihayetinde uyandığımda Dejun'u göremeyecektim. Bu yüzden yataktan kalkmak, işe gitmek, kasabanın sokaklarında avare gibi dolanmak anlamsız ve bomboş eylemler yığını olarak görünüyordu gözüme. Keyifsizliğimi ve tutukluğumu bütün hareketlerime yansıtıyor, doğru dürüst yemek bile yemiyordum. Dükkanda çalışırken eskiye kıyasla daha fazla yorulduğumu, sanki bütün kemiklerimin ve kaslarımın bedenimin içinde ağrıdan sızladığını hissediyordum.

Çocukluğumdan beri, ne zaman canımı sıksam, bir olay karşısında çok üzülsem, birkaç gün içerisinde hastalanırdım. Ruhen içinde bulunduğumu hissettiğim hastalık hemen bedenime yansırdı ve gerçekten de hasta olurdum. Yine aynısı oldu ve Dejun'un gitmesinden sonraki ikinci haftanın başında ateşli uyandım.  Kemiklerimin ufalanıp yatağımın içine döküldüğünü, vücudumun bir külçe kadar ağır olduğunu hissederek, sabahın mavi aydınlığıyla dolan odamın tavanını seyrettim ne yapacağımı bilemez hâlde.

Birkaç saat sonra annem beni uyandırmak için odaya geldiğinde ona ateşimin olduğunu, kendimi kötü hissettiğimi söyledim. Elini alnıma koyup ateşime baktı önce, sonra yataktan kalkmama yardım etti. Bunları yaparken, bir an için gözlerinde çok uzun zamandır görmediğim çocukluğumdan kalma bir şefkat parıltısı, hareketlerinde ona ihtiyacım olduğunu hissettiren bir yakınlık sezdim. Ama çok kısa sürdü. Bana banyoya girmemi, sonra da kahvaltı yapmamı söyledi. Dediklerini yaptım. Üşüyen yorgun bedenimle serin mutfakta oturup ağzımda büyüyen lokmaları çiğnemeye uğraşırken babam başıma dikilip dükkana geç kaldığımızı salık verdi.

cenazede gülenler ve yeşil atkı örenler, xiaoderyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin