12. BÖLÜM - UZANSAM DOKUNABİLİR MİYİM?

75 10 8
                                    

Bu defa sizi çok bekletmeden yeni bölümü yazdım ve paylaştım. Sizlerden hep ricam şu oluyor; lütfen kitap okumayı seven, aşkı kalbinin içinde hisseden herkese bu kitabımızı, öykümüzü paylaşın. Paylaşın ki İzmir ve Tolga'nın hikayesini herkes bilsin, okusun, tanısın. Onlarla birlikte hissetsin, sinirlensin, öfkelensin, aşık olsun, üzülsün, sevinsin... 

Bol yorum ve beğeni de beklemek hakkım ama değil mi? :( Sizin sadece bir kaç dakikada okuduğunuz sadece bir bölüm benim saatlerimi alıyor, inanın. O yüzden beni motive etmek ve yeni bölümlere teşvik etmek için sizlerin desteğiniz çok çok çok önemli. :)

Sizleri yeni bölümle baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar...



12. BÖLÜM – UZANSAM DOKUNABİLİR MİYİM?

Okulların kapanmasına az bir zaman kalmıştı. Bu hafta hepimiz için çok yoğun ve telaşlıydı. Bir yandan da yarın akşam yapılacak veda yemeğinin heyecanı vardı. Herkes şimdiden o günü bekliyordu. Hem biraz eğlence olur hem de dinlenmek için bahanemiz olacak diye düşünüyorduk.

Bu sabah yine her zamanki gibi aynı saatte uyanıp hafif bir kahvaltımı yapıp cafede herkesin gelmesini ve okula gitmeyi bekliyordum. Artık havalar da iyice ısındığı için ince bir beyaz gömlek vardı ve altımda da siyah Jean pantolon. Ayağımda da beyaz spor ayakkabılarımla gayet spor bir görüntüm vardı.

Cafede oturup sabah haberlerini izlerken yavaş yavaş arkadaşlar gelmeye başlamıştı. Uçhan ve Mert aynı anda içeri girdiler. Bir yandan koyu bir muhabbet ediyorlar diğer yandan gülüşüyorlardı. Bana günaydın deyip arkamdaki masalardan birine geçtiler. Birer çay söyleyip pastaneden aldıkları simitlerle kahvaltı yapacaklardı.

Tekrar önüme dönüp televizyona döndüğüm sırada kapı tekrar açıldı ve Tolga kapıdaydı ama içeri girmedi. Bir şeyler söyledi ama anlamadım. Arkamda Uçhan bir şeyler söyledi ama onu da duymadım! En son da bana baktı ama mal gibi bakmakla yetindim.

Ne dedi bu? Önemli bir şey miydi acaba? Gidip sorsam mı? Arkamdakilerin de ne dediğini anlamadım. Cevap da veremedim adama. Salak gibi durmayayım sonra? Yapacak bir şey yok. Ayağa kalkıp çantamı da alıp çıktım.

Kapıdan çıktıktan sonra sağıma soluma baktım ama yok! Sağıma doğu bir iki adım attım ve orada. Ama bir dükkânın tam kapısının önünde duruyordu. İyi de burası...

"Aa, hocam buyurun. Hoş geldiniz." Dedi Tolga gayet samimi bir ifadeyle. "Siz ne alırsınız?"

Burası çorbacı! Adam nezaketen bizi çorba içmeye davet etmiş meğerse ama ben duymadım. Ve sonra da koşa koşa gelmiş oldum. Allah'ım şu an nasıl rezil olduğumun haddi hesabı yok. Ne diyeceğim ben şimdi? Söylediğini duymadım deyip geri gitsem ayrı rezillik, burada durup karşılıklı çorba içsem apayrı bir rezillik. Dünden razıymış gibi o ne öyle be! Kim bilir ne aç insan diyecek benim için. Allah'ım sen yardım et!

"Hocam girmeyecek misiniz?" Tolga hâlâ benden tepki bekliyordu.

"Aa, şey!.. Ben..." ne diyeceğim ve ne yapacağım konusunda zerre kadar fikrim yoktu.

"Mercimek sever misiniz?" artık yardımcı olmaya çalışıyordu. Saatlerce burada bekleyecek değildi.

"Olur, severim." Olur mu? Severim mi? Aptal! Aptal! Aptal! Hay senin kulaklarına İzmir! Lütfen en kısa zamanda bir kulak burun boğaz doktoruna görün. Yoksa bu kulakların yüzünden birisi evlenme teklifi etse onu bile kabul edeceksin. Şu an yaşadığım utancın haddi hesabı yok çünkü.

Utana sıkıla masaya oturdum ve hemen ardından çorbalar geldi. Tolga gayet rahattı. Çorbanın yanında verilen yeşilliklere bir güzel limonunu sıktı, çorbasına da biraz biber döküp yemeye başladı. Ben de ona bakıp yavaş yavaş yemeye başladım ama içimdeki utanç duygusunu bastıramadığım için yüzümün önümdeki domatesle aynı renk olduğuna yemin edebilirim. Üstelik daha birkaç ay önce birbirimizi yediğimiz adamla oturmuş şimdi çorba içiyorum.

DERSİMİZ AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin