P-44"Trajedik Sonlar."

189 22 56
                                    

Keyifli okumalar dilerim(:'

Keyifli okumalar dilerim(:'

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

44. Bölüm: Trajedik Sonlar.

Hem sanat galerisinde anne ve babamla çekindiğiniz fotoğrafı, hem de siyah atı'n sahibinin adının arka kısmına yazılı olan fotoğrafları hırkamın cebine yerleştirip, kulübeden çıktım ve kimseye görünmeden odama girdim. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Daha önce Poyraz'ın bulunduğu bir ortamda bulunmuş olmak, üstelik her iki fotoğrafta da adı geçen Barbaros Soykan'ın ne gibi bir bağlantısı olduğu konusunda tahminim yoktu.

Selçuk Yalçınkaya'nın nereden çıktığı hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Onu, anne ve babamın ölümünden, hatta doğum günümden sonra görmemiştim hiç. Hatta fotoğrafı olmasa, yüzünü net bir şekilde hatırlayabileceğimi de düşünmüyordum. Adını bile unutmuştum.

Babamında sanata ilgi duyduğu geçmişti laf arasında. Dedem anlatırdı babamı. Ben babamı dedemden öğrendim binevi. Her akşam yanına oturur, bana babamı anlatmasına isterdim dedemden. Bencildim belki de. Benim babam ise, onunda oğluydu. Durmadan anlatırdı dedem. Bazen ağladığını belli etmemek için büyük çaba sarfederdi ama ben anlardım. Aynı acıyı paylaşan insanların ortak özelliğiydi belki de; anlaşılmak.

O zaman bunları anlayamayacak kadar küçük ve anne babasızdım. Ben büyüdükçe büyüdü içimdeki çocuk. Çünkü o en başında güçlü durmayı ve olgun olmayı öğrenmişti. Kendine ait küçük bir dünyası vardı Doğa'nın. Tek tük, sayılı insanların bulunduğu bir dünya. Ama büyüdükçe büyüsün istedi dünyası. Daha çok özgür olmak istedi Doğa, daha çok keşfetmek istedi, daha çok araştırdı, daha çok zaman harcadı sevdiği ve değer verdiğine. Ama şimdi zincirleri var. Sert ve demir zincirler. Bu zinciler birbirlerine hem ölümüne bağlıydı, hemde anahtarım yoktu benim. Ve benim içimdeki çocuk, küçüklüğümde olduğu gibi, büyüdüğünde de özgür olamıyordu.

Kafamı dağıtmak adına derin bir nefes aldım ve Poyraz'ın mesaj sayfasına girdim.

Gönderilen: Aladağlı.
İşin bitti mi sevgilim?

Gözlerim duvardaki saate takıldığında saatin 17.27 olduğunu gördüm. Telefonumu yatağımın üzerine bırakıp, ceketimin cebine koyduğum fotoğrafları çıkarıp çantama koydum. Gelen bildirim sesiyle telefonumu hızla elime aldım.

Gönderen: Aladağlı.
Canın mı sıkıldı senin?

Sıkıntılı bir nefes alıp, bakışlarımı telefon ekranına çevirdim.

Gönderilen: Aladağlı.
Sanırım evet.

İçimdeki sıkıntı yavaş ve sancılı bir şekilde büyüyordu.

Gönderen: Aladağlı.
Yaklaşık yirmi dakikaya oradayım. Erken inme, üşüme boşuna.

Gülümsedim. Gülümsemem içimdeki sancılı sıkıntıyı yerle bir etmişti.

PUSULAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin