Derslerim sonunda bitmiş. Hagridin yanına gitmek için okuldan çıkmıştım.
Merdivenlerden inerken göl kenarından bir ses duydum. Biri mi ağlıyordu?
Sakince çalıkların arasına girip kim olduğuna bakmaya başladım ama buna gerek kalmamıştı. Kokusundan belliydi, benim sarışınımdı bu. Ama neden ağlıyordu. Neden o güzelim gözlerinden yaşlar akıyodu.
Normalde olsa yanına hiç gitmeden burdan oturup izlerdim onu ama artık işler değişmişti. Bana sarılmıştı o. Bana gülümsemişti. Anlık gelen cesaret ile yanına ilerlemeye başladım.
Yerde başını kırık dizlerine saklamış yüzünü saklıyodu. Ah be güzelim ağlamak ayıp bir şey değil ki. Sakince ilerleyip, hafifçe omzuna dokunmaktı hedefim ama lanet yaprakların çıkardığı sesten duymuşdun beni. Önce hızlı bir şekilde cüppenin kollarıyla gözlerini silip ardından sert bakışlarını bana göndermiştin.
Beni sevmiyordun Seni ağlarken gördüğüm için, en güçsüz hallerinde sürekli yanında bittiğim için beni sevmiyordun. Ama napiyim be güzelim çok aşığım.
Hiçbir şey söylemeden yanına oturdum. Sen de konuşmadın zaten. Bakışların yerdeydi. Dışardan boş bakıyomuşsun gibi görünüyordu ama bir şeyler düşündüğüne emindim.
Hızlıca bana kısaca bakıp kalkmaya yelteniyodu ki kolundan tutup kalkmasına izin vermedim. Bunu ona ikinci yapışımdı ve ben hala bu cesaretin nerden geldiğini bilmiyordum. Öncekinde suratıma yumruk atmamıştı ama bu seferkinde atıcakmış gibi bakıyodu.
"Gitme" dedim kal yanımda, oturalım burda. Yalvararak söylemiştim resmen. Yanımda durmasını, omuzlarımızın birbirine değmesini, rüzgarda hafif hafif boynundan gelen o şeftali kokusunu çok seviyordum.
O an bi söz verdim kendime. Bu göle bir dahaki gelişimizde el ele olucağımıza dair bir söz verdim. Kokun kokumla karışıcak. Elin elimde, dudakların dudaklarımda olucak.
"Neden sürekli en güçsüz halimde yanımda oluyosun?"
Cevap veremedim o an. Ne diycektim ki sapık gibi sürekli seni izliyorum ve ağladığında da dayanamıyorum mu.
"Bilmem. Tesadüf herhalde"
Aynen Jungkook hemde ne büyük tesadüf.
"Bence tesadüf değil. Kader bu"
Hafif bana gülümseyerek söylemişti bana bunu. Yine gülümsemişti bana.
Ardında cüppesinin içinden çıkardığı yuvarlak küçük saate bakarak "Gitmem gerek, sonra görüşürüz"diyip hemen ayağa kalktı. Arkasından bende kalktım.
"Ne zamana kadar saklicaksın Jimin?"
Arkası dönük gidiyordu ki durdu bian da. Ardından o küçük taptığım, her bir hücresini ayrı ayrı öpmek istediğim parmaklarını ense saçlarından yukarıya doğru çıkardı.
Bir şey gördüğüme emindim o an. Bi kırmızılık ya da kahverengilik. Bir şey vardı sırtında ya da ensesinde. Bir şey vardı ama.
"Benim bile kendime açamadığım yaralarım var Jungkook. Ben daha bunlarla kendim yüzleşmemişken sana açmamı nasıl beklersin?"
Gülümsedim. Bakışları yerdeydi. Hafifçe ellerini tuttum. NELER YAPIYOSUN JUNGKOOK.
"Ne zaman hazır olursan ol ben seni dinlemek için her zaman burda beklicem Jimin. Merak etme daha yaşiyacağımız çok gün var"
Ağzından hafif bi kıkırtı çıktı o an. Ardından aramızdaki mesafeyi sıfıra indirip, benden oldukça kısa ve küçük olan bedenini bana yasladı. Kollarını iki göğsümün üstüne, kafasını ise sağ eli ile kalbimin üstüne koydu.