Bölüm 1

22 4 2
                                    


                                              1

İstanbul'un Çarşıkapı semtinde yerleşen "Fatih Çocuk ve genclik merkezi", Çocuk yuvası ve Yetiştirme yurdu olarak ayrılan iki binadan ibaretdir. Bu binaları birleştiren, sağdan ve soldan olmakla iki geçit var ki, bunun kullanımı sadece personele açık. Hoş, çocuklar da onlar için başka bir dünya gibi olan bu karşı binaya geçmeye pek hevesli değiller. Tabi bu sadece dışarıdan böyleydi, hiç bir korkuları olmadan samimi şekilde cevaplayacak olsalar, bu binanın onlar için yabancı, ama yaşamın olduğundan kesin emin olduğunuz gezegen konumunda olduğunu hemen anlardınız. Bu korku çocuklar arasında bina personeli tarafından oluşturulmuşdu, ciddi bir ceza almak istemiyorlarsa o geçitlerin kapısından geçmeyeceklerdi. Gerçi şu an aralarında bu yüzden ceza görmüş biri yoktu, ama hoş buna pek gerek de yoktu. Yıllar önce bu yasağı bozan çocukların aldığı cezalara dair efsaneler çocuklar için yeterliydi. Büyük ihtimalle yurt personelinin kendisi tarafından ortaya atılmış bu fısıltılar çocuklarda etkili bir öğrenilmiş çaresizliğe yol açmıştı (zaten yaşları ve durumları nedeniyle buna onlar kadar açık başka bir kesim bulamazdınız). Sözünü etdiğimiz bu binada 12 yaşa kadar olan çocuklar yaşıyor. 6 yaşa kadar kız-erkek birlikte kalsa da, 7 yaştan itibaren cinsiyyete göre bölünme başlıyor ve bina içinde kızlarla erkeklerin bölümleri ayrılıyor. Ama dersler sırasında böyle bir ayrım söz konusu değil. Erkeklerle kızların bir arada olduğu ders ve teneffüs zamanlarına baksanız buranın sıradan bir okul olduğunu sanardınız. Ama malesef hayat buradakiler için o kadar kolay ve sıradan değildi. Özellikle A binası olarak da adlandırılan Çocuk yuvasında şartlar ve sınırlar diğer binaya nazaran çok daha sertdi. Bahçeye çıkma saatlerinde herkes bahçede olmalı, içeri girme saatlerinde de yine içeride olmaları gerekirdi. Bir öğrenci kendini iyi hissetmiyorsa veya başka nedenden dolayı bu saatlerde içeride kalmak isterse buna izin yoktu. Daha ireli yaş gruplarına (10-18 yaş) dış dünyaya çıkma izni de vardı, ama yine de bu kısıtlı saatleri kapsıyordu. Aslında A binasıdakılar için koşullar ne kadar sert ve zorlukla dolu olsa da bir açıdan onlar için güvenliği de sağlıyordu. B binası denilen o "gizemli binada" bu kadar fazla kısıtlama yoktu. Buna o çocukların yaşlarından dolayı psikolojik değişimlerini de katarsak orada içki, sigara ve hatta madde kullanımının neden yaygın olduğu anlaşılmış olur. Madde kullanımı içki ve sigara kadar yaygın olmasa da dört yıl önce yaşanmış bir olay büyürse müdüründen kapıcısına her kesi işinden ede bilirdi. Ama durumu ele alan ve hem zeki, hem de politik adam olan müdür yardımcısı Aktan hoca olayı örtbas etmiş, zekice müdaheleriyle olayın medyada fazla dikkat çekmeyecek şekilde yansımasını başarmıştı. Salih isimli, on sekizine bir kaç ay kalan bir çocuk binanın altı yüz metre uzaklığındaki bir parkta aşırı dozdan ölmüş ve sabah nöbet değişen görevli tarafıdan bulunmuştu (ki Aktan hocaya göre bu onların şansıydı, zira cesedi dışarıdan biri bulup direk polise haber verse ve yurttdakiler aniden etraflarında kaynaşan polis yığınını görseler daha gözlerini açamadan durum polis kontrolünde olurdu. Ve tabi sonra işler onlar için hiç de iç açıcı gelişmezdi). Aslında çocuğun sokağa çıkma saatlerinde böyle durumla karşılaşması ciddi sorun olmazdı, formalite icabı soruşturma birkaç gün devam eder ve en fazla onunla ilgilenen personelin yine formalite icabı uyarı almasıyla kapanırdı. Hatta çocuğun narkotik maddeyi ilk kez kullanmış olduğu belirlense personel o uyarıyı da almazdı. Çünkü böyle durumda uyarı almasının nedeni bu süreçde çocukdaki belirtileri anlamamış olması oluyor. Ama bu olaydaki esas sorun Salih'in ölüm saati yurttda olması gereken saatden iki saat sonrayı denk geliyor. Kurallar gereği yurda giriş saatlerinde geciken öğrenci bir saat daha beklenir, haber alınamazsa polise başvurulurdu. Bu durumda yurd yönetmenliğinin ve çalışanların sorumlu olduğu bir saatlik açık ortaya çıkıyor. Çocuğun ölüm haberini getiren görevli durumu anlattıktan sonra Aktan hoca çok gevşek olan kurallar yüzünden çok büyük ihtimal böyle bir durumun olacağını hemen farketti. Çok geniş ilişki ağını kullanarak bir şekilde çocuğun otopsisini yapan doktorlara ulaştı ve para karşılığı ölüm saatinde bir saatlik bir kaydırma yaptıra bildi. Tabi burada yine şanslıydılar, çünkü bir saat yerine dört beş saatlik bir açık olsaydı hiç bir doktor böyle tehlikeli durumla kendini riske atmazdı. Ama alınan sonuçlar ne kadar kesin olsa da bir saatlik bir farkın olması her zaman olası ve sıradan bir durumdur. Böylece yurt bu olaydan paçayı kurtarmayı başardı, ama bunun oradaki hayata tek etkisi bir kaç haftalık sözde sıkı yönetim oldu. Bir süre sonra bu durum da yavaş yavaş yine eski haline döndü. Sadece yurt görevlisine, özellikle giriş çıkışlardan sorumlu olan personele gecikme durumu olursa protokole uygun olarak durumu hemen müdüre haber vermeleri tembihlendi. Bu durum da onların önceliğinin çocukların korunması değil, sadece kendi başları derde girmemesi olduğunu gösteriyordu.

Çocuk yuvasındakı çocukların büyük ilgiyle baktığı Yetiştirme yurdu, yada diğer adıyla B binasında hayat böyleydi. Çocuklar yaşlarının yetmesiyle oraya gidecekleri için çok heyecanlı ve hevesli olsalar da, oradaki bir kaç günlük yaşamdan sonra eski günlerini büyük özlemle hatırlıyorlardı. Bir çok sorunun-sigara, içki, hatta uyuşturucu-başlangıç sebebi uyum sağlama, daha doğrusu sağlıksız bir uyum sağlama çabasıydı. Tabi ki, on iki yaşlı çocuklar kendileri için daha farklı bu dünyaya geldiğinde çözüm olarak bu yollara başvurmayı akıllarının uçlarına bile getirmiyorlardı, hatta onlar için sigara içmek sadece yetişkinlere özgü bir davranıştı. Bu sözde önerileri onlara büyük "abileri" veriyorlardı. Sözde öneri, çünkü bunu kabul etmemek onlar için sonraki hayatlarında bir kaç zorbayı düşman edinmelerine yol aça bilirdi. Onlardan hem korkan, hem de özenen çocuklar için de buna karşı koymak da çok kolay değildi. Tabi bu binaya geçen her çocuk sigara ve içki bağımlısı değildi, ama kendilerini bunlardan tamamen geri tutanların ezik kategorisine girip dışlanmaları işten bile değildi. Bu dışlanma ise onları tacize en açık grup haline getiriyordu. Hem de çoğunlukla zorbalar değil, bazı bina çalışanları tarafından.

Bir birinden bir çok yönden farklı olan bu iki bina arasında büyük sayıla bilecek bir bahçe vardı. Dışarı çıkma saatlerinde A binasının çocukları burada zaman geçiriyorlardı. Bu saatler de yaşa göre bölünmüştü, çünkü bahçe ne kadar büyük olsa da her kesin aynı anda dışarıda olması kargaşaya yol açardı. Bu bahçe her iki binanın çocukları için olsa da, B binasından pek fazla insana rastlamanız mümkün değildi. Bu da aslında olağan birşey, çünkü zaten istedikleri zaman dışarıya çıkıp istedikleri zaman içeriye giren çocuklar için bu bahçe hiç ilgi çekici değildi. Doğru, o malum olaydan sonra bir kaç hafta sıkıntı yaşadılar ama zamanla yine herşey eski haline döndü.

Bu iki binanın toplam kapasitesi 242 kişiden ibaret. 133 yer Çocuk yuvasına, 109 yer ise yetişdirme yurduna ayrılmış. Bu rakamların eşit olmaması şu ana kadar hiç sıkıntı çıkarmamış, çünki evlat edinilen çocukların çoğu Çocuk yuvasından alınıyor, özellikle 8 yaşa kadar olanlar. Bu yüzden 133 kişilik kadro asla tam takım olarak diğer binaya geçmiyor, şanslı olanlar evlat edinilerek kendilerini bu hayatdan kurtarmış oluyorlardı. Doğru, bazen bu şans B binasındakilerin de yüzünde gülüyordu, ama diğerlerine kıyasla belli yaşı geçmiş çocukların evlat edinilme ihtimalleri çok düşüktü. Aslında A binasındakilerin on üç yaşına girdikten sonra diğer binaya geçme şartları da on sekiz yaşını doldurup yurdu tamamen terk edenlere kıyasla çok daha uygundu. Böyle ki, bir çocuk on iki yaşını tamamladığı gün hemen diğer binaya geçmiyordu. Bu nakiller yılın üç döneminde gerçekleşiyordu: birincisi 2-3 şubat, ikincisi 20-21 haziran, sonuncusuysa 11-12 kasım. Bu tarihler aslında değişkendi, nakiller bu tarihlere en yakın cumartesi-pazar günleri gerçekleşiyordu. Böylece doğum gününden asılı olarak on üç yaşına basmış bir çocuk bazen bir kaç ay daha kendi arkadaşlarıyla kalıyordu ve işin onlar açısıdan en güzel yanı da buydu. Kendilerini yalnız başına tamamen farklı bir ortamda bulmak yerine buradaki arkadaşlarının en azından bir kısmıyla oraya geçmek çok daha iyiydi. On sekiz yaşını dolduranların karşılaşdıkları durum bu kadar rahat değildi. Herhangi bir dönemi ve ya belli sayda çocukdan ibaret grubun toplanmasını beklemek gibi bir durum da söz konusu değildi. Doğum günü olub on sekizine giren her çocuk iki saatden daha kısa süren işlemden sonra eşyalarıyla birlikte kendini kapı dışarı buluyordu. Çoğu zaman hiç bir eğitimi yada el yeteneği bulunmayan, sadece kendi arkadaşları bulunan ortamda yaşamış ve dış dünyada nasıl yaşaması gerektiği hakta hiç bir bilgisi olmayan çocuklar için bu belirsizlik tarif edilmesi zor bir duyguydu. Tabi yakın veya uzak akrabalardan en azından çalacak bir kapısı olanlar kendilerini şanslı saya bilirlerdi. En azından bir iş bulana ve gerçek dünyaya uyum sağlayana kadar bir süre yaşayacak yerleri olurdu. En şanssızlar ise gidecek hiçbir yeri olmayanlardı. Bu şanssızlıkla iki yıl kadar sokakta yaşayan çocuklar olmuştur. 2000'li yılların başı şimdikinden çok farklıydı ve yurttan ayrılanların sonraki durumuyla neredeyse hiç ilgilenilmezdi. Ama yine de bazen çocuklarının olmasını çok isteyen ve o çocuğa kendine çok güzel hayat kurma fırsatı verecek kadar varlıklı aileler oluyordu. Bu aileler en şanslı çocuğu seçip hayatlarını ve hatta karakterlerini tamamen değişe biliyorlardı. Çağan da o şanslı çocuklardan biriydi.

ÇağanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin